KÜLTÜR

APHRODİSİAS

YAZAR : Enyy Dergi

25 Ekim 2021


#Aphrodisias antik kenti, Aydın ili, Karacasu ilçesi, Geyre Mahallesi’nde bulunur. Antik Karia bölgesinde yer alan bu Roma dönemi kentinin mimari ve heykeltıraşlık eserleri günümüze çok iyi korunmuş şekilde ulaşmıştır. Antik dünyanın en büyük süs havuzu ve en iyi korunmuş stadyumlarından biri buradadır. Aphrodisias, Roma döneminin en ünlü heykeltıraşlık okullarından birine ev sahipliği yapmıştır. Seyyahların ve turistlerin 18. yüzyıldan beri tanıdığı şehir, 20. yüzyılın başından itibaren bilimsel araştırmalara konu olmuştur. TC Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın himayesinde 1961 yılından bu yana New York Üniversitesi tarafından sürdürülen kazı çalışmalarına 1995 yılında Oxford Üniversitesi de dahil olmuştur. Aphrodisias, 9 Temmuz 2017’de UNESCO Dünya Mirası Komitesi 41. oturumunda Dünya Mirası Listesi’ne kaydedilmiştir.

Aphrodisias Kazılarının Önemi

Aphrodisias’ta bilimsel kazılarla ortaya çıkarılan anıtlar ve bu anıtlarla ilişkili heykel ve yazıtlar, antik kentin sosyal tarihi ve görsel kültürü hakkında birçok detayın günümüze ulaşmasını sağlamıştır. Aphrodisias, Yunan ve Roma kimliği arasındaki etkileşim, imparatorluğun işleyişi, dini çatışmalar ile uzlaşmalar ve antik dönemden Orta Çağ’a geçiş gibi kapsamlı konularda çok değerli bilgiler barındırmaktadır. Şehirden elde edilen bulgular antik dünya hakkındaki anlayışımızın büyük ölçüde değişmesine neden olmuştur.İlk Araştırmalar

Aphrodisias, Avrupalı gezginler tarafından 18. yüzyıldan beri bilinmektedir. Bu dönemde şehir duvarlarına işlenmiş zengin yazıt koleksiyonunu kayıt altına almak üzere antik kente birçok keşif gezisi düzenlenmiştir. İlki ve en önemlisi William Sherard’ın 1705 yılında yaptığı ziyarettir. Şehir ve anıtlar 1812 yılında Londra merkezli Society of Dilettanti sponsorluğunda gerçekleşen bir keşif gezisi sırasında çizilmiş ve 1840 yılında Antiquities of Ionia III adlı eserde yayınlanmıştır. 1835 yılında C.-F.M Texier önderliğinde Fransızların düzenlediği bir diğer keşif gezisinde şehirdeki bazı başlıca anıtlar kayıt altına alınmış ve bunlar Texier’in Description de l’Asie Mineure faite par ordre du Gouvernement Français, de 1833 à 1837 (Paris, 1839-49) adlı eserinin üçüncü cildinde yayınlanmıştır. Paul Gaudin ve Gustave Mendel liderliğindeki Fransız bir heyet 1904 ve 1905 yıllarında kazı çalışmaları yürütmüştür. Bu kazılarda Aphrodite Tapınağı’nda ve özellikle Hadrian Hamamı’nda iyi korunmuş birçok portre heykel gün yüzüne çıkartılmıştır. 1904 yılında gün ışığına çıkarılan buluntular alandan götürülmüş, İzmir’de ve çeşitli Avrupa kentlerinde satılmıştır. Mendel’in 1905’teki çalışmaları sırasında elde ettiği buluntular ise, Osman Hamdi Bey’in önderliğinde İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne getirilmiştir. 1913 yılında André Boulanger başkanlığında bir başka Fransız keşif ekibi bölgeye gelmiş olsa da çalışmalar 1. Dünya Savaşı’nın yarattığı karışıklık sebebiyle yarım kalmıştır. G. Jacopi başkanlığındaki İtalyan bir heyet 1937 yılında bölgeye gelmiş ve Palmiye Parkı’ndaki (eski ismiyle Güney Agora) Tiberius Portiko’sunda yaptığı kazılarda büyük öneme sahip maske ve girland frizlerini ortaya çıkarmıştır.

Kenan Erim

Aphrodisias’ta aralıksız olarak günümüze kadar devam eden ilk sistematik kazılar New York Üniversitesi himayesi altında, 1961 yılında başlamış ve 1990’daki vefatına dek Kenan Erim tarafından yönetilmiştir. Kentin merkezindeki anıtlara yoğunlaşan bu kazılarda dikkat çekici sonuçlara ulaşılmıştır. Başlıca kazı alanları arasında Aphrodite Tapınağı, Tiyatro, Palmiye Parkı, Meclis Binası, Bazilika ve Sebasteion bulunur. Bu kazılarda ortaya çıkarılan en önemli buluntular 1979 yılında alanda kurulan Aphrodisias Müzesi’nde sergilenmektedir.

Prof. Dr. R.R.R. Smith ve Güncel Çalışmalar

Prof. Dr. Kenan Erim’in 1990 yılındaki vefatının ardından proje başkanlığı yine Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izniyle, New York Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü himayesinde Prof. Dr. R.R.R. Smith’e devredilmiştir. Proje, 1995 yılından beri Oxford Üniversitesi işbirliği ile devam etmektedir. Oxford Üniversitesi Lincoln College Klasik Arkeoloji ve Sanat Profesörü R.R.R. Smith ve ekibi belgeleme, konservasyon, yayın ve buluntuların sergilenmesi konularına odaklanmaktadır.

1991 yılında başlayan ikinci dönem çalışmalarında ilk olarak depolarda yer alan eserlerin detaylı envanteri çıkarılmış, ihtiyaca göre hem müze hem kazı evi için yeni depolar inşa edilmiştir. Bununla eşzamanlı olarak şehrin jeofizik araştırması yapılmış, küçük sondajlarla kentsel gelişim incelenmiştir. Geç Helenistik dönemin ızgara planlı yerleşim planının sonraki dönemlerde de aynı şekilde kullanılmaya devam edildiği anlaşılmıştır. Tüm bunların yanı sıra kazı, konservasyon, restorasyon ve yayın çalışmaları aralıksız devam etmiştir. Ekip, sergileme konusuna da çok önem vermektedir. Sebasteion kabartmaları için müzeye ek bina olarak inşa edilen Sevgi Gönül Salonu 2008 yılında ziyarete açılmıştır.

2021 yılı itibariyle altı ana proje üzerinde çalışılmaktadır (1) Tetrapylon Caddesi’nin kazısı, restorasyonu, yayını ve ziyarete açılması, (2) Bazilika’nın kısmi anastylosisi ve ziyarete açılması, (3) Hadrian Hamamı’nın konservasyonu, (4) Palmiye Parkı’ndaki havuzun konservasyonu, restorasyonu, yayını ve ziyarete açılması (5) Sebasteion Tapınağı’nın kısmi anastylosisi (6) Aphrodisias Müzesi’nin avlusunda iki yeni sergi salonu inşası.

Tarihçe

Aphrodisias, Roma İmparatorluğu’nun Asya eyaletine bağlı özerk bir şehirdir. Kentin baş tanrıçası Aphrodite’ye adanan kutsal alanı ve mermer heykeltıraşlık eserleriyle ün salmıştır. Halk, Erken ve Orta Roma İmparatorluk döneminde (MS 1. ve 2. yüzyıllarda) zenginleşmiştir. Bu dönemde, antik dönem insanının bakış açısıyla büyük bir kasabayı gerçek bir şehre dönüştüren tüm mermer yapılar eksiksiz olarak inşa edilmiştir. Üçüncü yüzyılın sonlarında yeni bir Roma eyaleti olan Karia’nın başkenti ve metropolisi seçilen Aphrodisias, Geç Antik Çağ boyunca (4. – 6. yüzyıl) klasik yaşam tarzını ve dokusunu, 7. yüzyılın genel kentsel çöküşüne dek korumayı başarmıştır.

Aphrodisiaslılar tarihsel anlamda şanslı bir halktır. Mermerden görkemli bir kent ve bu kenti süsleyen çok miktarda üstün kalitede mermer heykeltıraşlık eseri yaratmışlardır. Orta Çağ ve sonrasında ana geçiş yollarından görece uzak olması bakımından da şanslı bir yerleşimdir. Bu sayede yerleşim yeri ve barındırdığı heykeller çok iyi korunabilmiştir. Aphrodisias, Roma döneminin kendine has mermer kültürü konusundaki araştırmalar için Asya eyaletinin en iyi yerleşimidir.

Antik dönem standartlarına göre Aphrodisias orta ölçekli bir kenttir (72 hektarlık bir alanda, yaklaşık 10.000 kişilik nüfus barındırmaktadır.), fakat mimari tasarım anlamında genellikle metropollerde görülen bir görkeme sahiptir. Şehirdeki anıtsal yapılar ve mermer heykeltıraşlık eserleri antik dönemin kentsel yaşamına ilişkin belirgin bir sürece işaret etmektedir. MÖ 1. yüzyıla gelindiğinde Akdeniz genelinde Roma Devrimi nedeniyle yaşanan uluslararası siyasi çalkantıların ardından şehrin dış dünya ile ilişkilerinin zayıf kaldığı söylenebilir. Bugün elimizde gelişmekte olan yerel topluma dair arkeolojik ve epigrafik tarihçe mevcuttur. Ele geçen yazıtlar, heykeller ve yapılar bu dönemin tarihi hakkında bizlere bilgi vermektedir. Bu dönemde kent yararına yapılan bağışlar ve onurlandırma ödülleri (heykeller, mezarlar) yerel siyasetin tipik özellikleridir.

Prehistorya (Tarih Öncesi) (MÖ 4.500 – MÖ 2. yüzyıl)

Yazının kullanılmasından önceki dönemler prehistorya (tarih öncesi) olarak adlandırılır. Aphrodisias’taki ilk yazılı belgeler Lydia dilindedir ve MÖ 4. yüzyıla aittir ancak bunlar yalnızca harflerden ibarettir. Kapsamlı yazılı belgeler şehrin polis olarak kurulduğu MÖ 2. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple bu ören yeri özelinde MÖ 2. yüzyıldan öncesi prehistorya genel başlığı altında incelenmektedir.

Uzun bir prehistorik döneme sahip olan yerleşimin en erken yoğun iskanı Geç Kalkolitik ve Erken Tunç Çağı’na tarihlenmektedir (MÖ 5. binyıl ortası ile 3. binyıl arası). Bu dönemde iki höyük (Pekmez tepe ve Tiyatro tepesi) üzerine küçük tarımsal yerleşimler kurulmuştur. Bu yerleşimler modern zamana dek devam etmiştir. 1960’ların sonları ve 1970’lerin başlarında burada yapılan kazılarda birbiri ardına gelen yerleşim katmanları ve küçük kerpiç ev kalıntıları ile mezar olarak kullanılmış büyük boyutlu küpler (pithoi) ele geçmiştir. Erken Tunç Çağı’na ait (MÖ 3. binyıl) seramiklerin varlığı güneybatı Anadolu’nun bu dönemine ve bölgenin Ege kıyısı ve Beycesultan gibi doğusundaki yerleşimlerle olan ilişkilerine ışık tutmaktadır. Diğer ilginç buluntular arasında, mermer tanrıça figürünleri yer alır. Bu figürinler, ilerleyen dönemlerde Aphrodisias’ın heykel atölyelerinde de kullanılan yerel taştan yapılmıştır.

Seramik buluntuları, Tunç Çağı’nın sonundan şehrin polis olarak kuruluşuna kadarki dönemde (MÖ 1200 – MÖ 2. yüzyıl) Tiyatro tepesi üzerinde yoğunlaşmış küçük bir yerleşimin varlığına işaret eder. Bu alanda MÖ 7. yüzyıl sonları ve 6. yüzyıla ait çok miktarda Arkaik dönem Lydia ve Karia seramikleri ele geçmiştir. Aphrodite (veya geç Helenistik dönem öncesine ait ismi bilinmeyen ve sonradan Aphrodite’ye dönüşen yerel tanrıçanın) Kutsal Alanı’nda bulunan en eski arkeolojik veriler de MÖ 6. yüzyıla tarihlenir. Büyük mermer aslan heykeli parçaları, oturan pişmiş toprak tanrıça figürinleri ve kaliteli ithal seramikler büyük olasılıkla tapınağa yapılan sunuların kalıntılarıdır. Şehrin Lydia ile ilişkisi, MÖ 4. yüzyıla ait Lydia dilinde yazılmış iki yazıt ve civarda bulunan belirgin mezar tümülüsleri ile doğrulanmaktadır. Aphrodite kutsal alanında, tapınağın altında bulunan en erken mimari kalıntılar, daha sonraki bir döneme, MÖ 3. yüzyıla aittir.

Helenistik Dönem ve Augustus Dönemi (MÖ 2. yüzyıl – MS 14)

Aphrodisias, MÖ 2. yüzyılın başlarında, Helenistik dönemde Syria (Suriye) merkezli Seleukos krallarının teşvikiyle Menderes Vadisi’ni çevreleyen bölgede görülen yoğun kentleşme sürecinin başlangıcında bir Yunan şehir devleti olarak kurulmuştur. Burası, yakınında bulunan Menderes Antiokhiası’ndan (Antiochia ad Maeandrum) farklı olarak bir kraliyet kolonisi değildir. Varoluşunu muhtemelen şehir statüsünün getirdiği menfaatlerden yararlanmak isteyen önde gelen yerel toprak sahiplerinin girişimlerine borçludur. Toplumsal kimliğin önemli yerel kaynaklarından biri olan ve eskilerden beri varlığını koruyan Aphrodite kutsal alanı yeni şehrin konumu için reddedilemez bir seçenektir.

Aphrodisias, birinci yüzyılda, “uluslararası” tarih sahnesinde Roma’nın sadık dostu olarak birkaç kez boy göstermiştir. MÖ 88 yılında, Pontos kralı VI. Mithradates’in Laodikeia’da kuşattığı Roma komutanına yardım göndermiştir. Roma generali Cornelius Sulla, Aphrodite’ye ithafen altın bir taç ile bir balta göndermiştir. Julius Caesar da, muhtemelen MÖ 47 yılında Anadolu’da (Asia Minor) seferdeyken altın bir Eros heykeli göndererek Aphrodite’ye pahalı bir sunuda bulunmuştur. Caesar kendisinden önceki Sulla gibi, Aphrodisiaslı Aphrodite ile Troialı Aineias’ın ve Julius soyunun annesi olan Romalı Venus-Aphrodite arasındaki ilişkiden faydalanmaktaydı. Kent, MÖ 41/40 yıllarında Parthia tarafından desteklenen Romalı hain komutan Labienus’un işgaline şiddetle direndikten sonra olağanüstü sadakati nedeniyle Roma senatosunca MÖ 39’da çeşitli ayrıcalıklarla ödüllendirilmiştir. Roma’nın Asya eyaleti dahilinde özerklik (eleutheria); Roma’ya ödenmekte olan tüm vergilerden muafiyet (ateleia) ve kutsal alanında sığınma hakkından (asylia) oluşan bu ayrıcalıklar kentin gelecekteki refahının temelini oluşturmuşlardır.

Hatırı sayılır ilk Aphrodisiaslı, MÖ 39 yılında karşımıza çıkan C. Julius Zoilos’tur. Octavianus-Augustus’un eski bir kölesi olan Zoilos gıpta edilen bu ayrıcalıkların sağlanmasında büyük olasılıkla aracı görevi üstlenmiş ve işleri idare etmek üzere memleketi Aphrodisias’a gönderilmiştir. Şüphesiz, MÖ 30’lu yıllar boyunca ve 20’li yılların içlerine kadar şehrin en nüfuzlu şahsiyetidir. Aphrodisias’ın en erken mermer yapıları bu döneme aittir ve Zoilos’un eserleridir. Tiyatronun mermer sahne binasını, Agora’nın kuzey stoasını, ve ilk mermer Aphrodite Tapınağı’nı inşa ettirmiştir. Kendi adına da en azından iki adet onurlandırma heykeli dikilmiştir. Aphrodisias’ta kamusal yapıların acil inşaat planlaması Zolios ile başlamıştır. Amaç, ün salmış tapınağına odaklı bu küçük polis topluluğunu güncelleştirerek şehre düzgün kentsel bir görünüm vermektir. Bu döneme ait günümüze ulaşan tarihlenmiş bir diğer anıt da Zolios’un kendi mezar anıtına ait büyük frizdir.

Erken İmparatorluk Dönemi (MS 1. yüzyıl)

Kentte, Julio-Claudius hanedanlığı boyunca ayrıcalıkların yarattığı refah devam ederken; Helenistik şehir planı üzerinde kapsamlı bir kentsel yapılaşma programı uygulanmıştır. Epigrafik kayıtlar Zolios döneminin ardından yerli soylu ailelerin önemini ve faaliyetlerini ortaya koymaktadır. Bu ailelerden bazıları Roma vatandaşlarıdır ve Tiberius Claudius Diogenes gibi Romalı isimlere sahiptir. MS 22 yılında, İmparator Tiberius yönetimi altında, kentin temsilcileri Roma’da senato önüne çıkarak Asya eyaletinde tapınak sığınma haklarının (asylia) yeniden değerlendirilmesine yönelik büyük toplantıya katılmış (Tacitus, Annals 3.62) ve şehirlerinin bu ayrıcalığını başarılı biçimde savunmuşlardır.

MS 1. yüzyıl boyunca Zoilos’un inşasını başlattığı yapılar tamamlanıp genişletilmiş ve başka yeni projeler başlatılmıştır. Toplantı ve festivaller için tiyatronun auditoriumu (oturma yeri) mermerden yeniden yapılmış, şehrin kuzey ucuna geniş kapasiteli bir stadyum inşa edilmiştir. Agora ve tiyatro arasında kalan alan, büyük bir kent parkı olarak şekillendirilmiştir (Palmiye Parkı – eski ismiyle Güney Agora). Roma modasına uygun Korinth düzeninde yeni bir tapınak içeren anıtsal Sebasteion kompleksi ise MS 20 – 60 yılları arasında Aphrodite ve Roma imparatorlarının ortak tapınımı için yapılmıştır. Yapının üzerindeki kabartmalar iki nesil boyunca artarda hüküm süren imparatorları, yani Augustus, Tiberius, Claudius ve Nero’yu konu alır ve şehrin, imparatorluğun başındaki Julio-Claudius hanedanıyla olan özel ilişkisinin somut bir temsilidir.

Çok geçmeden bir başka büyük boyutlu yapı olan Bazilika’nın yapımına başlanmıştır. Palmiye Parkı’nın güneybatı köşesinden girişi sağlanan bu yapının teknik ve tasarım detaylarına bakıldığında Sebasteion’da çalışan ekibin bu yeni proje için tekrar bir araya getirildiği ya da Sebasteion’dan buraya atandıkları ortadadır. Bazilika, MS 1. yüzyılda tamamlanmasıyla, Roma’nın yeni imparatorluk hanedanı olan Flaviuslara adanmıştır.

Bu tür yapıları olan kentler azdır; var olan yapıların da çok az örneği mermerden yapılmıştır ve bu kadar belirgin mimari bir “tasarım”a ve ölçeğe sahiptir. Örneğin, Stadyumun büyük dini şenlikler sırasında yapılan spor yarışmalarını izlemek için ağırlayabildiği seyirci kapasitesi 30.000’dir ve bu rakam Aphrodisias’ın nüfusundan çok daha fazladır. Cesur ve riskli bir yatırım olan Stadyum, kentin prestijini arttırmak ve festivaller sırasında para harcayacak ziyaretçileri kendine çekmek için tasarlanmıştır.

Orta ve Geç İmparatorluk Dönemi (MS 100-300)

Kentte büyük inşaat projelerinin devam ettiği MS 2. yüzyıl, Roma İmparatorluğu’nun Asya eyaleti şehirlerinde yapılaşma rekabetinin en yoğun şekilde yaşandığı dönemdir. Helenistik stildeki sütunlu kentsel peyzaj artık daha görkemli Roma tarzı yapılarla donatılmıştır. Dini alanda, Aphrodite Tapınağı’nın etrafındaki kutsal alanın girişi Tetrapylon ile belirgin hale getirilmiş ve tapınağın etrafı, oldukça sıkışık bir yapıya sahip revaklı bir avlu yani temenos ile çevrilmiştir. Aynı zamanda Palmiye Parkı’nın batı ucu, arkasında muazzam bir hamam tesisi (Hadrian Hamamı) yükselen yeni bir stoa ile yeniden tasarlanmıştır. 2. yüzyıl ortasında Palmiye Parkı’nın doğu ucunu kapatmak amacıyla Doğu Kapısı (eski ismiyle Agora Kapısı) diye adlandırılan iki katlı bir süs cephesi inşa edilmiştir. 2. yüzyılın sonlarında ise, Kuzey Agora ekseninde, özenle işlenmiş bir Bouleuterion yani Meclis Binası; Tiyatronun güneydoğusuna ikinci bir hamam (Tiyatro Hamamı) inşa edilmiştir.

Aphrodisias’taki büyük çaplı mermer yapılaşma 2. yüzyılın ortasında ve sonlarında kesintisiz olarak devam ederken Roma İmparatorluğu’nun başında Antoninler hanedanı vardı. Bu dönem, eyaletlerde en büyük ekonomik refahın yaşandığı zamandı. Hayırsever faaliyetler ve onurlandırmalar, takvimleri belirlenmiş düzenli festivaller ve dikkat çekici mermer yapılarıyla kamusal kültür zirvedeydi.

MS 200 civarına gelindiğinde kent merkezi tamamen anıtsal mermer mimariyle donatılmış ve 3. yüzyılda çok az yeni yapı inşa edilmiştir. Yazıtlara göre, yoğunlaştırılmış bir çabayla süren onurlandırma süreci artık festivaller ve yarışmalar takvimine odaklanmıştır. Epigrafik kayıtlara göre 3. yüzyılın ilk yarısı yeni festivallerin başladığı ve onurlandırma faaliyetlerinin tüm hızıyla sürdüğü coşkulu bir devirdir.

3. yüzyılda, İmparator Caracalla’nın MS 212 yılında, henüz Roma vatandaşı olmayan tüm özgür doğan imparatorluk sakinlerine yurttaşlık verilme hakkını imparatorluk çapında genişletmesinin (Constitutio Antoniniana) güçlü bir yerel etkisi olmuştur. Yeni yurttaşların imparatorun soyadı olan Aurelius’u kullanılması yaygın hale gelmiştir ve bu durum, çok sayıda kamusal yazıtın ve faaliyetin bu döneme (3. yüzyıl başı ve ortası) ait olduğunu göstermektedir. En çok dikkati çeken durum ise 3. yüzyıl başlarında mermer lahit üretimi ve kullanımında ani bir artış görülmesidir: Caracalla’nın fermanıyla vatandaşlık hakkı alan yeni yurttaşların, gelişmekte olan ve mermer yontu eserlerle temsil edilen kamusal hayatın bir parçası olmaya hevesli oldukları görülebilmektedir.

Geç Antik Çağ (MS 300-600)

Roma İmparatorluk döneminde sürekli gelişen Aphrodisias, Geç Antik Çağ’da da (MS 300-600) refah içerisinde yaşamıştır. Konstantinos egemenliğinden Heraklius egemenliğine dek süren bu refah dönemi 7. yüzyılda yaşanan kentsel çöküşle sona ermiştir. Arkeolojik araştırmalar ve ele geçen buluntular, şehrin yaşadığı bu karakteristik geç safhanın temel öğelerini anlamamıza yardımcı olmaktadır. Konstantinopolis, Doğu Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti olmuştur. Yeni bir yönetim modeli oluşmuş ve MS 300 civarında Aphrodisias yeni Karia eyaletinin metropolisi yani başkenti olarak yönetimin bir parçası olmuştur. Dolayısıyla da imparatorluk yönetimi tarafından gönderilen eyalet valilerinin de makamı haline gelmiştir. Bu dönemde Hristiyanlık devlet dini olmuş ama şehrin geleneksel pagan çoktanrılı inancını korumak için büyük bir mücadele verilmiştir.

Aphrodisias, büyük oranda eyalet başkenti statüsüne bağlı olarak yaklaşık MS 600’e kadar klasik görünümlü faal kentsel peyzajının temel dokusunu korumayı başarmıştır. Artık yapıların bakımına, farklı işlevlere uyarlanmalarına ve yeniden biçimlendirilmelerine odaklanılmıştır. Bu yeniliklerin ne kadar kapsamlı olduğu yapının işlevine bağlı olarak değişir. Zaman zaman gerçekleşen depremler sonrasında birçok yapı bakıma girmiş, onarılmış veya oldukları gibi korunmuşlardır. Örneğin Tiyatronun önünde yer alan Tetrastoon MS 360 civarında şehrin valisi tarafından restore ettirilmiştir. 2. yüzyılda inşa edilen Tetrapylon ise sökülmüş, restore edilmiş ve MS 400 civarında tam bir mühendislik başarısı sergileyerek yeniden ayağa kaldırılmıştır. Halkın gururu, şehirdeki anıtların durumuna bağlı kalmaya devam etmiştir.

3. yüzyıl ortalarından sonra ortaya konan tek yeni büyük inşaat projesi, MS 350’lerde valinin inisiyatifiyle yapılan şehir surları olmuştur. Surlar ocaklardan yeni getirilen taşlarla değil, kullanımı sona eren yapılardan ve mezarlık alanlarından alınan devşirme bloklarla inşa edilmiştir. Dolayısıyla sur inşası projesi, devşirme malzeme kullanımı ve projede valinin rolü açısından Geç Antik Çağ’a özgü bir karaktere sahiptir.

Bazı yapılar yeni işlevlerle hayatlarını sürdürmüşlerdir. Örneğin, geleneksel atletizm yarışmalarının önemini yitirmesinden sonra, MS 400 civarında stadyumun doğu tarafına kavisli bir arena duvarı eklenerek amfitiyatroya dönüştürülmüştür. Başka bir işleve uyarlanan yapıların arasından en çok tartışma yaratan ve etki alanı en büyük olanı 5. yüzyıl ortalarında veya sonlarında bir Hristiyan Kilisesine (Aziz Mikail’e adanmış) dönüştürülen Aphrodite Tapınağı’dır. 4. yüzyıldan itibaren şehirde yerleşik bir piskopos bulunuyordu. Şehirdeki Hristiyan yetkililerin mevcut otoritesi, kendilerini rahatsız eden kült ile ilişkili betimler ve kurban sahnelerindeki yüzlerin kazınmasından anlaşılmaktadır. Sebasteion’un bazı kabartmaları bu uygulamaya örnek olarak gösterilebilir.

Geç Antik Çağ, yerli saygın kişilerin evlerinde daha çok zaman geçirdiği bir dönemdir. Arkeolojik araştırmalar bu dönemde Atriumlu Ev, Kuzey Temenos Evi, Piskoposluk Sarayı ve Kybele Evi (eski ismiyle Su Kanalı Evi) gibi kentteki pek çok evde yoğun bir mimari yenileme ve süsleme çalışması yapıldığını gösterir.

Bizans, Beylik, Osmanlı dönemleri ile modern tarih (MS 7. yüzyıl – günümüz)

Aphrodisias’ın şehir merkezi, Batı Anadolu’nun diğer kırsal alanlarında olduğu gibi 7. yüzyıl başlarında büyük ölçüde terkedilmiş, kamu binaları yıkılıp dökülmeye başlamıştır. Stoaların çatı kiremitleri ve keresteleri sökülmüş, ancak gösterişli mermer sütunlu mimari yerinde bırakılmıştır. Zaman içinde bu yapılar da kendi kendilerine yıkılmıştır. Eldeki verilere göre klasik şehrin terkedilişi tek bir doğal afet veya tek bir askeri felaket ile açıklanamamaktadır. Bu durum daha ziyade, sürekli tekrar eden Pers ve Arap istilaları karşısında Konstantinopolis’teki imparatorluk yönetiminin, şehirlerdeki hakimiyet ve idareyi sağlamakta başarısız oluşu ile açıklanabilir.

600 yılına gelindiğinde klasik tarzdaki Aphrodisias şehrinin yaşamı sona ermiştir. Şehrin ismi Stauropolis olarak ilk defa 680 yılında Konstantinopolis Konsülü’nde kayıtlara geçmiştir. Kent, Orta Bizans döneminde (MS 843-1204) Roma dönemi öncesindeki mütevazi yaşam tarzına geri dönmüş, tıpkı tarih öncesi dönemlerdeki gibi Tiyatro tepesi üzerinde, Aziz Mikail Katedrali’ne (Aphrodite Tapınağı) bağlı ufak bir yerleşime dönüşmüştür. 7. yüzyılda Stauropolis ve 8. yüzyıldan itibaren çoğunlukla Karia olarak isimlendirilen yerleşimde, 9. yüzyılda Bizans imparatorlarının Batı Anadolu’daki şehirleri yeniden kurma girişimlerinin bir sonucu olarak özellikle yüzyılın sonlarına doğru nüfusun yeniden arttığı arkeolojik verilerle de ortaya konmuştur. Stauropolis/Karia, 1188 yılında Theodoros Mankaphas isimli Philadelphialı (Manisa-Alaşehir) bir yerel hakimin Bizans yönetimine karşı başkaldırısı sırasında katedrali yakması ve bunu müteakip yerleşimdeki nüfusun ciddi oranda azalmasına dek, piskoposun ikamet ettiği küçük bir Bizans katedral şehri olarak ayakta kalmıştır.

1197 yılında Selçuklu Sultanı Keyhüsrev şehre bir saldırı gerçekleştirmiş, bölgeden 5000 Hristiyanı Philomelium’a (Konya-Akşehir) taşımış, bölgede 13. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar Bizans ile Selçuklu İmparatorlukları arasında savaşlar devam etmiştir. 1280-1282 yılları arasında Menteşe Beyliği Menderes Ovası’nı hakimiyeti altına almıştır. Bu işgal Karia’da (Aphrodisias) Beylikler döneminin başlangıcı sayılır. Bu işgalden çok kısa süre sonra, 1308 yılında bölge Aydınoğulları’nın eline geçmiştir. Şehir 1356 yılına gelindiğinde kilise hiyerarşisi nezdinde metropolitlik ünvanını kaybetmiş, bu dönemden sonra başka şehirlerle birlikte anılmaya başlamıştır.

Şehre ilk Osmanlı saldırısı 1390 yılında II. Beyazıt döneminde gerçekleşmiştir ancak tam hakimiyet ancak I. Mehmet döneminde (1415-1416) sağlanmıştır. Arkeolojik verilere göre 15 ve 16. yüzyıllarda kent yeniden ekonomik refaha kavuşmaya ve gelişmeye başlamıştır. 17. yüzyılda İzmir Osmanlı’nın yeni ticaret merkezi haline geldiğinde Menderes Vadisi’nden geçen ticaret yolları önemini kaybetmiş, bu dönemden sonra yerleşimin nüfusu bir daha dönüşü olmayacak şekilde azalmaya başlamış ve Karia ismi zaman içinde Geyre’ye dönüşmüştür. 1950’lerden itibaren yavaş yavaş terkedilen köyde kalan az sayıdaki hane 1974’te antik kentin hemen yanında kurulan yeni Geyre’ye taşınmıştır. Geyre halkı bugün ören yerinin hemen kuzeybatısındaki yeni yerleşimde yaşamını sürmektedir ve Aphrodisias’taki çalışmalara büyük katkı sağlamaktadır.

Yerleşim Yeri ve Yapılar

Antik dönem standartlarına göre Aphrodisias orta ölçekli bir kenttir (72 hektarlık bir alan ve yaklaşık 10.000 nüfus) fakat mimari tasarım anlamında genellikle metropollerde görülen bir görkeme sahiptir. Şehirdeki anıtsal yapılar ve mermer heykeltıraşlık eserleri antik dönemin kentsel yaşamına ilişkin belirgin bir sürece işaret etmektedir. MÖ 1. yüzyıla gelindiğinde Akdeniz genelinde “Roma Devrimi” nedeniyle yaşanan uluslararası siyasi çalkantıların ardından şehrin dış dünya ile ilişkilerinin zayıf kaldığı söylenebilir. Bugün elimizde gelişmekte olan yerel bir topluma dair arkeolojik ve epigrafik bir tarihçe mevcuttur. Ele geçen yazıtlar, heykeller ve yapılar bu dönemin tarihi hakkında bizlere bilgi vermektedir.

Izgara plan, genel şehir planı ve sokaklar

Aphrodisias, Geç Helenistik dönemde yeni bir plan üzerine oturtulmuştur. Bu plan ilerleyen zamanlardaki kentsel gelişimi de belirlemiş, arazinin tamamı üzerine kuzey-güney doğrultulu bir ızgara plan uygulanmıştır. Kuzey Agora ve Palmiye Parkı da dahil olmak üzere kent merkezinin başlıca kamu binaları da bu düzenli plana yerleşecek biçimde tasarlanmıştır. 35.5 x 39 m (= 120 x 132 Roma ayağı) boyutlarındaki her bir kentsel yapı adası, 3.5 m genişlikteki (= 12 Roma ayağı) sokaklarla birbirinden ayrılmaktadır. Bağımsız konut birimlerinin çoğunlukla 60 x 60 Roma ayağı olduğu görülmektedir. Şehrin ızgara planı, her ikisi de farklı doğrultularda konumlandırılmış olan Aphrodite Kutsal Alanı ve tiyatronun etrafına yerleştirilmiştir. Bu iki yapı arasında kalan altı adalık arazi agora için tahsis edilmiştir. Agoranın doğusunda kalan alanda daha erken bir döneme ait plansız bir yerleşimin olması ihtimal dahilindedir. Bu durum, Sebasteion ve Atriumlu Ev’in neden farklı doğrultulara sahip olduğunu da açıklayabilir.

Sebasteion

1979-81 yılları arasında kazılan Sebasteion, Aphrodite ve Julio-Claudian hanedanının imparatorlarına ithaf edilmiş görkemli bir tapınak kompleksidir. İnşası yaklaşık MS 20’den 60’a kadar, yani iki kuşak boyunca – Tiberius’un egemenliğinden Nero’nunkine dek sürmüştür. Yapım masrafları Aphrodisias’ın önde gelen iki ailesi tarafından karşılanmıştır. Kompleks, Korinth düzeninde bir tapınak, dar bir tören yolu (90 x 14 m) ve bu yolun her iki tarafına yerleştirilmiş, aşağıdan yukarıyla sırasıyla Dor, İon ve Korinth düzeninde üçer katlı (12 m yükseklikte) iki adet portiko benzeri yapıdan oluşmaktadır. Tören yolunu yanlardan sınırlayan bu kuzey ve güney yapıların üst katlarında yapı boyunca uzanan ve gömme sütunlarla çerçevelenen mermer kabartmalar vardır ve resim sergileme duvarı izlenimi vermektedir. Proje için 200’e yakın kabartma gerekmiştir. Bunlardan 80 tanesi kazılar sırasında ele geçirilmiştir. Bu eserlerin arasında, Roma imparator tasvirleri ve Yunan mitolojisinden sahnelerin yanı sıra Doğu Afrika’da Etiyopya’dan Batı İspanya’da Callaeci’lere dek Augustus’un dünya imparatorluğundaki “ulusları” (ethne) kişileştirerek temsil eden bir kabartma grubu vardır. Sebasteion kabartmaları, Roma İmparatorluğu hakimiyetindeki Doğu Yunan dünyasının görsel kültürünü ve şehir hayatını anlamamız açısından önemlidirler. Sebasteion kabartmalarının sergilendiği yeni bir salon 2008 yılında Aphrodisias Müzesi bünyesinde ziyaretçilere açılmıştır.

Buluntular: Sebasteion Kabartmaları

Güney Yapı kabartmaları: imparatorlar ve kahramanlar

Güney Yapı, Attalos – Diogenes kardeşler ve onların ailesi tarafından finanse edilmiştir. Yapıdaki kabartmaların yaklaşık %80’i günümüze ulaşması sayesinde yapım aşamasında uygulanan plan, detaylı bir şekilde takip edilebilmektedir. Yapının üçüncü katında, geleneksel tanrı figürleri ile Erken Roma dönemi imparatorları ve elde ettikleri zaferlerden sahneler (Claudius’un Britannia zaferi, Nero’nun Ermenistan zaferi) yan yana sergilenmekteydi. İmparatorlar burada geleneksel Olympos pantheonunun yeni ve faal üyeleri olarak betimlenmektedirler. Alt katta, aralarında Yunan ve yerel kahramanları (Herakles, Telephos, Bellerophontes, Akhilleus, Aineias) ve elde ettikleri başarıları temsil eden sıra dışı mitolojik sahneler serisi yer alır. İnsanlığa büyük katkıları olan kahramanlar ile üst kattaki imparatorlar kolaylıkla birbirleriyle kıyaslanabilir. Bazı kabartmalar ise yerel tanrıça Aphrodite, oğlu Aineias ve Roma’daki Julio-Claudius hanedanıyla arasında daha yakın bağlantılar kurar. Kabartmaların sıralaması kazılarda bulundukları noktalar sayesinde anlaşılmıştır.

Üçüncü kattaki kabartmalarda Roma imparatorları, imparatorluk zaferleri ve Olympos tanrıları betimlenmiştir. İmparatorlar, güçlü savaşçı tanrılar olarak tasvir edilmiş ve eski tanrılara ait kabartmalar ile birlikte onlarla eşite yakın bir mertebede sergilenmişlerdir. Yapıdaki yazıtlardan birine göre bu imparatorlar Theoi Sebastoi Olympioi’dur, yani “Olymposlu İmparator Tanrılar”. Dünyaya hükmetme gücü eski ve yeni tanrılardan oluşan pantheondan geliyordu. Kabartmalar daha dar yapılı iki kabartmanın ortasında daha geniş bir kabartma şeklinde üçlü gruplar halinde düzenlenmiştir. Geniş olan kabartma, cephe arkasında yer alan 15 adet odanın kapıları üzerine yerleştirilmiştir. Kabartmalarda başlıca Erken Roma dönemi imparatorları olan Augustus, Tiberius, Claudius ve Nero ile genç prensler ve imparatorluk ailesine mensup kadınlar görülmektedir. En önemli faaliyetleri barbarlar karşısında zaferle sonuçlanan savaşlardır ve tamamı Helenistik Dönem kahramanları stilinde betimlenmişlerdir.

Kuzey Yapı kabartmaları: imparatorluk halkları

Kuzey Yapı Eusebes ve Menandros kardeşler ve onların ailesi tarafından yaptırılmıştır. Üçüncü katta imparatorluğa ait sahneler (Nero ve annesi Agrippina) ile evrensel semboller serisi (Gündüz, Okyanus) vardır. Bu seri kompleks içerisinde en zarar görmüş parçaları teşkil etmektedir. İkinci katta Augustus dönemi imparatorluğunun kişileştirilerek betimlenmiş uluslarından oluşan uzun bir seri vardır ve her biri ulus, sütunlar arasında bir kabartma heykel olarak tasvir edilmiştir. Her figür bir yazıt ile isimlendirilmiştir – örneğin “ethnous Dakōn”: Daçyalılar. Bu betimlemeleri yapmaktaki amaç, Augustus dönemindeki dünya imparatorluğunun görsel bir listesini hazırlamaktı. Buradaki yerler ve halklar fethedilmiş sayılan veya Augustus hükümdarlığı altında imparatorluğa dahil edilenler arasından seçilmiştir. Daha ziyade imparatorluğun uç sınırlarında yaşayan, daha yabani ve uygarlaşmamış halklar listeye eklenmiştir. Aphrodisias halkının çoğu bu uzak diyarların adını bile duymamış olmalıdır. Yabancı halkların temsil edilmesi fikri, listenin kendisi ve kullanılan betimlemelerin Roma’daki bir anıttan doğrudan örnek alınarak yapılmış olması muhtemeldir.

Tetrapylon Caddesi

Tetrapylon’dan Tiyatro’ya kuzey-güney doğrultusunda uzanan Tetrapylon Caddesi, şehir merkezinin doğu tarafındaki ana cadde işlevini görüyordu. Caddenin, Tetrapylon’un hemen güneyinde kalan kısmı 1980’li yıllarda kazılmıştır. O dönem yapılan çalışmalar caddenin doğu kısmına bitişik cazip bir konut alanı olduğunu ortaya koymuştur. Cadde boyunca uzanan stoaların içinde ve hemen üst katta bulunan varlıklı kişilerin konutlarına ait Geç Antik Çağ’a tarihlenen yaklaşık yirmi adet figürlü pilaster başlığı bulunmuştur. Bu başlıkların üzerinde, çeşitli kırsal faaliyetlerde bulunan küçük çocuk (putto) figürleri betimlenmiştir.

Caddenin zemin döşemesi ve stoaları Geç Antik Çağ’a (MS 400 dolayları) tarihlenmektedir. İki katlı doğu stoanın alt katı, o zamanlarda yeni yapılmış tuğla veya taş payandalar arasında yeni veya devşirme sütunlardan oluşmaktadır. Üst kat kemerlidir ve çifte yarım-sütunlar ve tuğla kemerlerin bir bölümü caddede zemin döşemesinin üzerine yıkılmış veya döşemenin içine gömülmüş şekilde ele geçmiştir. Alt kat ise döşemeli dükkanlara aittir. Üst katlardan elde edilen zengin buluntular arasında yine pilaster başlıkları, renkli duvar mozaikleri, detaylı işlemeli tunç kapı kulpları, tunç kaplar, oymalı değerli taşlar ve büyük miktarda pencere camı vardır.

Caddenin batı hattında yüksek seviyede korunmuş taş bir yapı yer almaktadır. 2013 yılında, yapının hemen önünde, ortasındaki tek nişe ait yazıtlı bir heykel kaidesi ele geçmiştir. Metin, “Yaşlılar Meclisi’nin ilk hamamı”nı (to balaneion to gerousion prōton) inşa etmesinden ötürü Sebasteion’un müteahhitlerinden biri olan Myon Eusebes Philopatris’i onurlandırmaktadır. Aynı döneme ait (MS 1. yüzyıl başları/ortaları) yüksek kaliteli himationlu bir heykel, 2011 yılında buraya yakın bir konumda bulunmuş olup, büyük olasılıkla kaideye aittir. Gerousia Hamamı büyük olasılıkla nişli yapının ve güneyindeki duvarın arkasında yer almaktaydı.

Caddede yer alan revak MS 7. yüzyılın başlarında (610-617) meydana gelen şiddetli bir yangın felaketi sırasında yıkılmıştır. Sonrasında Orta Çağ yaşamı kısmen temizlenmiş yıkıntılar üzerinde devam etmiştir. Daha güneyde, nişli yapı ile Sebasteion arasında, Geç Roma dönemine ait büyük miktarda cam kırığı barındıran bir Bizans cam imalathanesi ve olasılıkla kumaş boyamak için kullanılmış olan bir Osmanlı tesisi ortaya çıkarılmıştır.

Tetrapylon

Tetrapylon, Aphrodite Kutsal Alanı’nın sütunlu anıtsal girişidir. Her iki tarafta bulunan gösterişli alınlıkları destekleyen on altı sütunu (4 x 4) vardır. %85 oranında orijinal bloklar kullanılarak yapılan birebir rekonstrüksiyon yani anastylosis 1991 yılında tamamlanmıştır. Tetrapylon, Antoninler dönemi (MS 2. yüzyıl ortası) stilinde, bol süslemeli bir prestij yapısıdır. Doğu tarafından kuzey-güney doğrultulu geniş bir sokaktan girilip bu kapıdan geçilerek geniş ve açık bir ön avluya varıldıktan sonra asıl kutsal alana girilir. Kapının batı cephesine içeriden dönüp bakan ziyaretçi, yapının iç kısmını belirleyen daha da zengin ayrıntılarla süslü bir mimariyle karşılaşırdı. Kapıdan geçer geçmez sokağın kamusal alanından çıkıp Aphrodite’nin mekanına girilmiş oluyordu. Yapının kırık ve içe girintili batı alınlığı, akantus yaprakları arasında avlanan Erosların betimlendiği kaliteli kabartmalarla ve dönemin ihtişamı ve heybetini simgeleyen belirgin bir imparatorluk stilinde yüksek kabartmalı mimari süslemelerle bezelidir. Merkezdeki kemer içerisinde, akanthus kalyksi ile çerçevelenmiş Aphrodite figürü Hristiyanlık döneminde silinerek yerine kabaca kazınmış bir haç yapılmıştır.

Aphrodite Tapınağı ve Kilise

Aphrodite Tapınağı’ndan günümüze kalanlar, aslında Geç Antik Çağ’da dönüştürülmüş olduğu kilise yapısıdır. Hem Tapınak hem Kilise, planları ayrıntılı olarak ayrı ayrı anlaşılabilen muhteşem anıtlardır.

Aphrodite Kutsal Alanı, toplumun kalbini oluşturur ve odak noktası, geleneksel Yunan stilinde tümüyle mermerden inşa edilmiş, sütunlarla çevrili bir tapınaktır. Tapınak tanrıçanın evidir ve içinde tanrıçanın kült heykelini barındırır. Mimar Hermogenes’in Helenistik dönem stilinde bir İon tapınağı olan yapı, teknik açıdan pseudodipteros planlı, octostyle ve pycnostyle’dir. Yani tapınak odası (cella) geniş bir stoa (pseudodipteros) ile çevrilidir. Ön cephesi sekiz sütunludur (octostyle). Sütunlar birbirine yakın dizilmiştir (pycnostyle). Uzun kenarlarda on üç sütun yer alır. Dış kenar ölçüsü 8.5 x 31 m’dir.

Tapınağın kronolojisi yazıtlarla kesinleşmiştir. C. Julius Zolios’un adına, kapı lentosuna yazılmış bir ithaf yazıtı ile MÖ 30’lara tarihlenen ilk evre, muhtemelen sütunlu bir ön avlu ile cella bölümünü içerir. Bunun etrafındaki dış sütunlar ise üzerlerinde bulunan bağışçı yazıtları sayesinde MS 1. yüzyıla tarihlenmiştir. MS 2. yüzyılda tapınağın etrafı gösterişli bir sütunlu avlu ile kapatılmıştır. Doğu kenar iki katlı, sütunlu bir cephe ile; kuzey, batı ve güney kenarlar ise portikolarla çevrilmiştir. Tapınağın altında yapılan sondaj çalışmalarında arkaik dönem seramikleri ve farklı bir doğrultuda inşa edilmiş daha erken yapılar bulunmuştur. Bunların arasında büyük bir Helenistik dönem çakıl mozaik parçası da ele geçmiştir ancak Roma tapınağının öncülü olabilecek bir buluntuya rastlanılmamıştır.

Tapınak, MS 500 civarında kiliseye dönüştürülmüştür. Bu özenli, detaylı ve ekonomik dönüşüm, aynı zamanda muazzam bir girişimdir. Tam anlamıyla ters yüz edilen tapınağın içi dışına çıkarılmıştır. Yan sütunlar iç nefleri oluşturmak üzere yerinde bırakılırken, uçtaki sütunların yerleri, nefi doğu ve batı yönünde uzatmak amacıyla değiştirilmiştir. Cella duvarları yıkılıp sütunların dışına tekrar örülmüştür. Böylece kilisenin günümüze kadar kısmen ayakta kalan etkileyici dış duvarları oluşturulmuştur. Giriş batıya alınmış ve doğu ucuna bir apsis inşa edilmiştir. Son olarak kutsal alanı çevreleyen portikoların mimari elemanları narteksi ve ön avluyu oluşturmak üzere yeniden kullanılmıştır. Böylece Aphrodite Tapınağı, bazilika planlı bir kilise olan Aziz Mikail Katedraline dönüştürülmüş ve yerine yapıldığı sütunlu pagan tapınağından çok daha büyük bir hale gelmiştir (28 x 60 m). Bu değişimin gerçekleştirilme şekli, bilinen tapınaktan kiliseye dönüştürme işlemleri arasında eşsizdir. Kilise MS 1200’lerde bölgenin Selçuklularca fethedilmesine dek kullanımda kalmıştır.

Tapınak-Kilise Orta Çağ’dan beri mevcut durumunu müthiş biçimde koruyarak ayakta kalmayı başarmıştır. Yapı, yangınla büyük hasar görmüştür ve masif ahşap çatı kalaslarının yanmasıyla oluşan yüksek ısı nef sütunlarının iç yüzlerini fena halde çatlatmış ancak yıkamamıştır. On dört adet sütun, dış duvarların büyük kısmı ve apsis hala ayaktadır. Sütunların üzerindeki konumlarını koruyan bazı arşitravlar depremler sebebiyle yerlerinden kaymıştır.

Stadyum

MS 1. yüzyılın sonlarında inşa edilen Stadyum, Tiyatro ile beraber şehrin yüksek kapasiteli seyirci binalarına olan ihtiyacı gidermiştir. Alışılagelmiş Yunan stadyumlarının aksine bu stadyumun her iki ucu da kapalıdır. 270 x 60 m boyutlarındaki yapının otuz adet mermer oturma sırası sağlam şekilde günümüze ulaşmıştır. Stadyum yaklaşık olarak 30.000 kişi kapasitelidir. Uzun kenarları hafif eliptik yapılmıştır. Bu pratik çözüm izleyicinin etkinlikleri daha rahat izlemesine olanak tanımıştır. İzleyicilerin stadyuma girişi, yapının güneyinden şehre dönük anıtsal merdivenlerden sağlanmıştır. Bu merdivenler şehrin ızgara planının kuzey-güney sokaklarıyla hizalanmıştır. Başka bir deyişle, stadyum, şehrin ayrılmaz bir parçası olarak dikkatlice planlanmıştı. Yarışmacılar ise kısa kenarlardaki oturma sıralarının altından geçen tünellerden stadyuma girerdi. Aphrodisias stadyumu Antik Yunan stadyumları arasında hem en iyi korunmuşlarından hem de en büyüklerinden biridir.

Stadyum koşu, uzun atlama, güreş, disk atma ve cirit atma gibi geleneksel Yunan atletizm yarışmalarına ev sahipliği yapıyordu. Bununla birlikte Roma imparatorları onuruna yapılan düzenli festival programlarının bir parçası olan gladyatör savaşları ve vahşi hayvan dövüşleri gibi etkinlikler de burada yapılıyordu. Geleneksel Yunan oyunları ve çıplak atletizm yarışmaları antik dönemin sonlarına doğru önemini yitirmeye başladığında binanın doğu ucu Roma tarzı eğlenceler için özel olarak tasarlanmış bir amfitiyatro yani arenaya dönüştürülmüştür. Yakın zamanlarda yapılan araştırmalar stadyumun amfitiyatroya dönüşümünün MS 400’lü yıllarda yapıldığını ortaya koymaktadır. Oturma sıraları üzerinde mermere kazınmış oldukça etkileyici “yer tutma” yazıtları korunagelmiştir. Bunlar çeşitli grupların (tabakçı ve kuyumcu dernekleri gibi) ve gerek Aphrodisias’tan gerekse Menderes Antiokhiası (Antiochia ad Maeandrum) gibi yakın yerleşimlerden gelen zengin (kadın ve erkek) bireylerin yerlerini belirliyordu. İzleyiciler bu büyük kamusal forumun oturma sıralarında sosyal ve siyasi ilişkilerini ortaya koyuyorlardı.

Tiyatro

Tiyatro, gelişkin bir Yunan şehir devletinin odağındaki yapı ve kurumdu. Başta drama olmak üzere farklı eğlence ve etkinliklere ev sahipliği yapmanın yanı sıra halkın (demos) bir araya gelip toplandığı bir mekandı. Aphrodisias tiyatrosunda sahne mimarisinin büyük çoğunluğu korunmuştur. Bunun yanı sıra oturma alanındaki (auditorium) yürüme yolunun (diazōma) alt bölümündeki yirmi yedi oturma sırası ile diazōmanın üstündeki birkaç oturma sırası günümüze iyi durumda ulaşmıştır. Özgün haliyle 7000 kişilik bir kapasitesi vardır.

Auditorium (veya cavea – seyirci oturma yeri), prehistorik yerleşimin bulunduğu höyüğe yaslanacak şekilde Geç Helenistik dönemde inşa edilmiştir. Özenle işlenmiş üç katlı mermer sahne binası ise MS 28 yılından daha erken bir tarihte Zoilos tarafından yaptırılmıştır. Bu yeni cephe, ışık kullanımı, aediculalı (sütunlu niş) tasarımının yanı sıra üstün kaliteli ve çok çeşitli süslemeleriyle öne çıkmaktadır. Sahnenin Dor düzenindeki arşitravında ve tekrar ikinci katta büyük boyutlu harflerle yazılan yazıta göre “sahne binasının (skēnē), onun önündeki platformun (proskēnion) ve üzerindeki tüm süslemelerin (proskosmēmata)” maliyeti ilk Roma İmparatoru Augustus’un azad edilmiş kölesi olduğu anlaşılan Gaius Julius Zoilos tarafından karşılanmıştır. Oldukça önemli bir grup heykel, sahneye ve orkestranın içine düşmüş şekilde ele geçmiştir. Sahne binasında bir Apollon, iki Mousa (esin perisi) heykeli, portre heykeller ve çeşitli Victoria heykelleri vardır. İki boksör heykeli ise auditoriumun istinat duvarlarının (analemma) ucunda durmaktaydı.

#Auditoriumun oturma sıraları MS 1. yüzyılda bir altyapı inşa edilerek yukarı doğru uzatılmış ve tamamen mermerle kaplanmıştır. Kuzey tarafta bulunan kesme taştan yapılmış büyük istinat duvarı tepenin alt seviyelerine kadar devam etmekte ve burada Palmiye Parkı’ndaki güney stoanın bir bölümünün arka duvarını oluşturmaktadır. Hemen alttaki bu stoadan, istinat duvarının içinden geçen büyük tonozlu bir merdiven ile doğrudan tiyatronun oturma yerlerine (cavea) erişim sağlanıyordu. MS 2. yüzyılda Tiyatro içindeki orkestranın seviyesi gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri için daha güvenli bir arena çukuru oluşturmak amacıyla düşürülmüştür. Son olarak, 7. yüzyılda sahne binasının arka cephesi boyunca ve girişleri kapatacak şekilde devşirme malzemelerle devasa bir duvar örülmüştür. Bu duvar Tiyatro tepesinin etrafını tamamen çevreleyecek şekilde uzatılmış ve tepeyi güçlü savunması olan bir kaleye, bir Erken Bizans kastrosuna dönüştürmüştür.

Buluntular: Boksör heykelleri

Tetrastoon

Tetrastoon (Dörtlü Portiko) olarak bilinen ve Tiyatro’nun önünde yer alan mermer döşemeli sütunlu meydan MS 1. veya 2. yüzyılda inşa edilmiş olsa da, MS 360’larda Antonius Tatianus adındaki bir eyalet valisi tarafından yaptırılan restorasyonla mevcut formuna kavuşmuştur. Bu dönemde, meydanın doğu kısmı, yeni imparator ve vali heykelleri için bir onurlandırma yeri haline gelmiştir. Bu heykellerin birçoğu, 4. yüzyılın sonu ve 5. yüzyılda yerleştirilmişlerdir. Biri Theodosius I veya II, diğeri de Flavius Palmatus adlı bir vali adına olmak üzere bu heykellerden ikisi günümüze ulaşmıştır.

Buluntular: Flavius Palmatus heykeli

Tiyatro Hamamı

Tetrastoon’un hemen güneyinde ve Tiyatro’nun güneydoğusunda günümüzde Tiyatro Hamamı olarak adlandırılan büyük bir halk hamamı bulunur. Şu ana kadar yapılan kazılarda tespit edilen ana unsurları arasında (batıdan doğuya doğru): kubbeli kare bir sıcaklık bölümü (caldarium), muhtemelen soğukluk bölümü (frigidarium) olan tonozlu ve büyük boyutlu bir salon ve çok amaçlı bazilika planlı salon vardır. Bu salonun mimari süslemeleri arasında mükemmel bir şekilde işlenmiş gösterişli bir akanthus sarmalı içinde avlanan puttoların (küçük çocuk figürü) tasvir edildiği iki adet zengin kabartmalı payanda vardır. Bu kabartmalı payandalar MS 2. yüzyıl ortalarının üstün mermer işçiliğinin tipik örnekleridir.

Gaudin Gymnasiumu

Tiyatro Hamamı’nın tam güneyinde konumlanmış ve iyi korunmuş bu salon 1904’te Paul Gaudin tarafından kazılmış ve (makul bir dayanağı olmadan) gymnasium olarak tanımlanmıştır. Büyük olasılıkla Orta İmparatorluk Çağı’na ait büyük boyutlu bir konutun parçasıdır. Kazılan bölümler arasında 2. yüzyılın lüks beyaz mermer kompozit başlıklarına sahip, kaideli gri yekpare sütunlarla desteklenmiş, kuzeye bakan apsisli bir salon veya avlu ve bunun doğusunda iki ucunda küçük apsisler bulunan daha dar bir yan koridor vardır. Ana salonun apsisinin iki yanındaki sütunların kaidelerine daha sonraları haçlar kazınmıştır.

Gaudin Çeşmesi

Paul Gaudin 1904 yılında şehrin güneydoğu kesiminde bir yapı bulmuştur. Bu yapıdan, bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde sergilenen üç adet tanrılarla devlerin savaşı (gigantomakhia) betimli kabartma paneli ortaya çıkartmıştır. Yapının bir bölümü 1989 yılında kazılmış ve doğu-batı ekseninde uzanan taş döşemeli bir sokağa bakan, mevcut konumunda bir çeşme olarak ikinci kullanım görmüş Korinth düzeninde dört sütunlu bir cephe (tetrastylos) olduğu anlaşılmıştır. Orijinal halinde bir tapınak cephesi olan bu yapı, eski yerinden sökülmüş, taşınmış ve bu konumda tekrar inşa edilmiştir. Kabartmalar da Doğu Kapısı’nda olduğu gibi başka bir yerden alınmış ve burada ikinci kullanıma girmişlerdir. Bu kabartmalar sütun kaideleri arasında kalan boşlukları kapatmış ve çeşme havuzunun duvarlarını meydana getirmiştir. Dört kaidenin her biri ilginç bir biçimde üst üste yerleştirilen iki ayrı sütun kaidesinden oluşmaktadır. Bu durum, Geç Antik Çağ düzenleme özelliklerini teyit eder niteliktedir.

Cephenin Geç İmparatorluk dönemi mimarisi çok iyi korunmuş durumdadır. Büyük yekpare sütunlardan ikisi sütün başlıklarıyla birlikte yeniden ayağa kaldırılmış, tamamı korunmuş saçaklık ve alınlığın parçaları ise birleştirilerek çizim ve çalışma yapma amacıyla yere, açmanın güney kısmına konulmuştur. Alınlığın orijinal halinde cepheden kabartma büst içeren küçük boyutlu, kemerli ve üst kısmı deniz kabuğu formunda işlenmiş bir niş bulunur. Büst günümüze kasıtlı olarak kazınarak tahrip edilmiş halde ulaşmıştır. Şüphesiz, bu büst bu mimari öğenin aslen ait olduğu tapınağın (veya propylonun) tanrı(ça)sını temsil etmekteydi. Geç Antik Çağ’daki yeni yerinde bu yapı erken dönem ızgara planının kavşaklarından birine konumlandırılmış, Sebasteion tapınağının önünden güneye doğru giden kuzey-güney doğrultulu caddenin en sonundan şehre doğru bakmaktadır.

Palmiye Parkı

Palmiye Parkı, şehrin ikinci kamusal meydanıdır ve sırtını Kuzey Agora’ya yaslamıştır. Uzun ve sütunlarla çevrili bir meydan olan Palmiye Parkı’nın (215 x 70 m) en erken yapısı olan kuzey stoa, yerli aristokrat Diogenes tarafından İmparator Tiberius’a (MS 14-37) ithafen inşa edilmiştir. Bu stoanın frizi tiyatro maskelerinin arasından sarkan meyve girlandı motifiyle süslenmiştir.

Palmiye Parkı’nın güney kenarının doğusu, yüksekliği 20 metreye ulaşan Tiyatro’nun taş istinat duvarı ile sınırlandırılmıştır. Tiyatro tepesi muhtemelen orijinal haliyle alanın yarısını işgal etmekteydi. Detaylı bir işçilik ve mühendislik çalışmasıyla tepenin bu bölümünün tıraşlanması gerekmişti. Bu hem Tiyatro’nun oturma sıraları (auditorium), hem de Palmiye Parkı’nın meydanı için ihtiyaç duyulan, iyi organize edilmiş bir projeydi. Meydanın güney kenarının batı ucu Bazilika’nın cephesiyle (ve çok daha sonraları önüne inşa edilen bir portiko) ile kapanır. Meydanın kısa batı kenarı ise, Hadrian Hamamı’na geçişi sağlamak üzere 2. yüzyılın başlarında inşa edilen yeni bir portiko ile tamamlanmıştır. Son olarak, doğu kenarı 2. yüzyılın ortalarında Doğu Kapısı olarak bilinen sütunlu ve çok büyük boyutlu bir cephe ile kapatılmıştır. Güney kenarda bulunan ve günümüze ulaşan İon düzenindeki stoa ise MS 6. yüzyılda tüm kompleksi kapsayan büyük yenileme çalışması sırasında eklenmiştir.

1980’lerde yapılan kazı çalışmaları sırasında meydanın ortasında eşi görülmemiş anıtsal bir havuz (170 x 30 m) gün yüzüne çıkarılmıştır. Havuzun çift cidarlı duvarları içinde çok gelişmiş bir su dolaşım sistemi vardır. 2012’de Mica Ertegün tarafından sağlanan cömert hibe desteğiyle yapılan kazı sayesinde Doğu Kapısı üzerinde yer alan bir yazıtta bu kompleksin aslında agora olmadığı, 6. yüzyılda yaşamış bir hayırseverin sözünü ettiği şekilde “palmiyelik” (“…χώρῳ φυνικόεντι…”) olduğu hipotezi sorgulanmıştır. Havuz çevresinin palmiyelerle çevrili olduğu düşünülmektedir. Kompleksin bütünü Erken İmparatorluk döneminde Roma’da yer alan benzer kompleksler veya portikoları andıran bir tür kent parkıdır.

Buluntular: Maske ve girlandlı friz buluntuları

Doğu Kapısı

Palmiye Parkı’nda gerçekleştirilen son büyük proje, bu büyük halk meydanının görkemli tasarımını tamamlamak üzere inşa edilmiş sütunlu ve anıtsal bir ön cephe olan Doğu Kapısı’dır (eski ismiyle Agora Kapısı).

Doğu Kapısı, esas olarak Palmiye Parkı’nın doğu kenarını kapatan devasa boyutlu barok bir cephedir. MS 2. yüzyılın ortalarında inşa edilen yapı her iki ucunda birer adet beşik tonozlu giriş tüneli üzerinde yükselen iki kule (pyrgos) arasında iki katlı, sekiz bölmeli, sütunlu bir cepheye (scaenae frons) sahiptir. Cephe üzerinde Antoninler hanedanını ve yerel bağışçıları temsil eden görkemli portre heykel sergisi bulunmaktaydı. MS 5. yüzyılda cephenin önüne devşirme malzemeler kullanılarak derin bir havuz veya çeşme yapısı (nymphaeum) inşa edilmiştir. Bu malzemelerin arasında, 2. yüzyıla ait bir yapıdan (hangisi olduğu bilinmiyor) devşirilmiş, mitolojik karakterlerin betimlendiği, dikkat çekici korkuluk kabartmaları yer alır.

Bazilika

MS 1. yüzyılın sonlarına kadar şehirdeki inşaat çalışmaları muhtemelen aralıksız olarak devam etmiştir. Abartılı bir süslemeye sahip Sebasteion, MS 1. yüzyılın ortasında kentin başlıca inşaat projesidir. MS 60 yılı civarında İmparator Nero döneminde tamamlanmıştır. Hemen ardından bir başka anıtsal yapı olan ve Palmiye Parkı’nın güneybatı köşesinden girişi sağlanan Bazilika’nın yapımına başlanmıştır. Teknik detaylara ve tasarım detaylarına bakıldığında Sebasteion’da çalışan ekibin bu yeni proje için tekrar bir araya getirildiği ya da Sebasateion’dan buraya atandıkları ortadadır. Bu yeni yapı, MS 1. yüzyılda tamamlanarak, Roma’nın yeni imparatorluk hanedanı olan Flaviuslar’a adanmıştır.

Palmiye Parkı’nın güneybatı köşesinden girişi sağlanan Bazilika, üç nefli bir kamu binasıdır (yaklaşık 145 x 30 m). Mimari süslemeleri ve ithaf yazıtının korunmuş bir parçası sayesinde MS 1. yüzyılın sonlarında tamamlandığı ve yeni hanedana adandığı anlaşılmaktadır. Palmiye Parkı’na açılan kısa tarafından yapıya girilmektedir. Giriş duvarı, geniş mermer panellerle kaplı, gömme sütunlu, gösterişli bir cephedir. Daha sonra, MS 301 yılında, Diocletianus’un ünlü Tavan Fiyatlar Fermanı ve Para Birimi Fermanı Latince olarak bu paneller üzerine yazılmıştır.

Üç nefli yapının iç kısmı, ilk katı İon, ikinci katı Korinth düzenindeki sütun dizisiyle bölümlenmiştir. Orta nef taş döşemelidir. İç kısım Aspendos’daki bazilika gibi görkemli bir güney salon ile son bulmaktadır (yaklaşık 20 x 30 m boyutlarında ve yüksekliği 10 m’den fazla). Bu güney bölmenin iç duvarları gösterişli sütunlu mimari elemanlar ile süslenmiştir. Üst kattaki sütunların arası kabartmalı panellerle donatılmıştır. Bu kabartmalarda çeşitli dekoratif motiflerin yanı sıra Aphrodisias’ın efsanevi kurucusu Ninos ile ilgili bir hikaye de dahil olmak üzere yerel mitolojiden sahneler içermektedir.

Bu yapı, MS 4. yüzyılın ortalarında Flavius Constantius adında bir vali tarafından restore edilmiştir. Yan neflerin mozaikleri de aynı dönemde döşenmiştir. Olasılıkla bu restorasyon sırasında, daha erken döneme ait iki adet görkemli heykel buraya taşınıp yapının kuzey ucuna içeriye bakacak biçimde yerleştirilmiştir. Bunlardan biri, kolosal boyutlu drapeli bir tanrıça heykeli; diğeri ise mavi-gri mermerden yapılmış olağanüstü bir at heykelidir.

Buluntular: Mavi At, Kolosal Tanrıça

Hadrian Hamamı

İmparator Hadrianus’a (MS 117-138) ithafen MS 2. yüzyılın başlarında yapılan yapı Aphrodisias’taki en büyük halk hamamıdır. Palmiye Parkı’nın batısına konumlandırılmıştır. İki şehir bloğunun tümünü kaplar ve Palmiye Parkı’nın batı stoasına bitişiktir. Biri beşik tonozlu yıkanma odaları; diğeri ihtişamlı mermer mimarisiyle sütunlu büyük bir ön avlu olmak üzere iki ana bölüme ayrılır. Tonozlu odalar mermer kaplamalı, çok büyük boyutlu kireçtaşı bloklardan inşa edilmiştir. Zemin ve havuzlar mermer döşemelidir. Sıcaklık odalarının zemini ise taban-altı desteklerle (hypokaust) yükseltilmiştir. Muazzam boyutlardaki kireçtaşı duvarlar antik çağlardan bu yana ayaktadır.

Sosyal yaşamın önemli merkezlerinden olan hamamlar halka görgülü ve kültürlü bir rahatlama alanı sağlamak için tasarlanmışlardı. Antik dönem boyunca özenle korunmuş olan bu hamam 6. yüzyılda halen kullanımdayken tadilat ve dekor değişimi için varlıklı sponsorları cezbetmeye devam etmiştir. Ön avlunun mimari süslemesi muazzam boyutta ve yüksek kalitededir. Yerleşimden çıkan en iyi heykellerin bazıları burada bulunmuştur ve sayıları dikkat çekicidir. Aralarında portre heykeller ve Akhilleus ve Penthesileia gibi mitolojik grup heykelleri de bulunmaktadır. Yapı hem banyo tesisi hem de adeta bir mermer heykel müzesiydi.

Buluntular: Akhilleus ve Penthesileia

Kuzey Agora

Agora’yı, yani şehrin kamusal ve ticari merkezini çerçeveleyen stoaların inşasına aynı dönemde başlamıştır. Bu yapının yeni ızgara plan üzerine yapılan ilk kamusal inşaat olduğu yönünde elimizde kesin kanıtlar bulunmaktadır.

Agora şehrin başlıca kamusal meydanıdır ve mermer mimari kullanılarak yapılan Geç Helenistik şehir planının ilk unsurlarından birini teşkil etmektedir. İon düzeninde portikolarla çevrili (yaklaşık 202 x 72 m boyutlarında) kapalı bir alandır. Kuzeydeki sütun dizisi üzerinde görülen arşitrav yazıtı parçasından yapının MÖ 30’lu ve 20’li yıllarda şehrin önemli bir şahsiyeti olan C. Julius Zoilos tarafından hizmete sunulduğu anlaşılmıştır. Agora’nın güney sütun dizisin daha geç bir tarihte, İmparator Tiberius (MS 14-37) döneminde, ona ithafen yapılmıştır. Burası, Palmiye Parkı’nın kuzey tarafında bulunan İon düzenindeki sütun dizisi ile birlikte tek bir yapı olarak ve onunla sırt sırta inşa edilmiştir. 1994 yılında Agora’da yapılan arkeolojik araştırmalarda batı sütun dizisinin konumu ve doğrultusu keşfedilmiştir. Agora’nın, merkez eksenine Meclis Binası denk gelecek şekilde yerleştirildiği anlaşılmıştır.

Buluntular: Oecumenius heykeli

Meclis Binası (Bouleuterion)

Meclis Binası veya diğer adıyla Bouleuterion MS 2. yüzyılda mermer kaplamalı, örtülü küçük bir tiyatro biçiminde yeniden inşa edilmiştir. Bu yapı, meclisin değerli bir siyasi kurum mertebesine çıktığına işaret etmektedir. Meclis, demokratik şehir yönetiminin başlıca kurumu olsa da, Roma’ya ve imparatorluk hükümetine yakınlığıyla bilinen ve sivil politikayı yönetmeyi bir meslek haline getirmiş görece varlıklı birkaç ailenin kontrolündeydi. Meclisin idaresi, masraflarını karşılayan ailenin elindeydi ve bu ailenin bireyleri yapının içinde ve dışında sergilenen gösterişli heykellerle onurlandırılırlardı. Bu dönem, heykel üretiminin en yoğun olduğu ve portre heykellerin aktif siyasi semboller olarak en yoğun şekilde kullanıldıkları dönemdir. Bu anlamda Meclis Binası, kamu yapılarındaki heykel geleneğinin gözlemlenebileceği en iyi örneklerden biridir.

Meclis Binası/Bouleuterion şehirdeki siyasi gücün merkeziydi. Şehirdeki en zengin kişilerin üyesi olduğu ve az sayıdaki nüfuzlu ailenin egemenliğinde olan kent meclisi (boule) burada bir araya geliyordu. Mevcut Meclis Binası Romalı senatör Tiberius Claudius Attalos ve kardeşi Diogenes’in ailesi tarafından ikinci yüzyılın sonlarına doğru inşa ettirilen özenle işlenmiş yeni bir yapıydı. Zengin mermer mimarisi bir kurum olarak meclisin önemini ve başındaki ailenin mevkisini vurguluyordu: aile fertlerinin heykelleri yapının içini ve dışını kaplıyordu.

Bina, Anadolu’da sıklıkla görüldüğü gibi (ör. Ephesos), kentsel bütünlüğü sağlayarak doğrudan Kuzey Agora’ya bağlanmıştır. Tiyatro benzeri bir plana sahip olan bu yapının içinde 1700 kişi kapasiteli mermer oturma sıraları ve iki katlı, sütunlu, mermer bir sahne cephesi vardır. Oturma yerine (auditorium) bakan bu cephe boyunca dizili sütunların arasında kamuya mal olmuş önemli hayırseverlerin heykelleri bulunmaktaydı.

Oturma sıraları beşik tonozlarla desteklenmektedir. Alt kısımdaki oturma sıraları (dokuz sıra) mükemmel bir şekilde günümüze ulaşmışken üst kısımda (on iki sıra) sadece destek tonozlarının duvarları korunmuştur. Meclis Binası, günümüz belediye binalarında olduğu gibi meclis toplantılarına ev sahipliği yapmanın yanı sıra çeşitli başka etkinlikler (müzik ve gösteri konuşmaları) için de kullanılmaya müsait boyutlardadır. Yapı, Geç Antik Çağ’a dek kullanılmıştır. Bu dönemde en alt iki oturma sırasının kaldırılması ve orkestra bölümünün derinleştirilmesi gibi birtakım değişiklikler yapılmıştır. Bu yenilemenin ardından yapı sahnenin üst silmesinde bulunan 5. yüzyıla ait bir yazıtta palaistra olarak anılır.

İki kardeşin heykelleri oturma sıralarını destekleyen duvarların uçlarında duruyordu ve böylelikle sahneyi çerçeveliyor ve sahneye hükmediyordu. Babaları Dometeinos ve Dometeinos’un yeğeni Tatiana’nın heykelleri ise dışarıda Kuzey Agora yönüne bakıyor ve Meclis Binası’na girişleri çerçeveliyordu. Dometeinos ve Tatiana heykelleri kaideleriyle birlikte neredeyse eksiksiz şekilde günümüze ulaşmıştır. Yapı içinde, sahne cephesinde duran heykellerin sekizi de aynı şekilde korunmuşlardır.

Buluntular: Aphrodisias Aphroditesi, Dometeinos ve Tatiana heykelleri

Heykel Atölyesi

Heykel Atölyesi, Meclis Binası’nın kuzeyinde yer alan küçük bir stoanın iki odasını ve bu odaların hemen güneyindeki açık alanı kaplamaktadır. Agora’nın hemen kuzeyinde ve Aphrodite Tapınağı’nın güneyinde yer alan bu mekan merkezi bir konumdadır. 1960’ların sonunda gerçekleştirilen kazılarda atölye, MS 4. yüzyıl sonları veya 5. yüzyıl başlarında terk edildiği veya yıkıldığı andaki haliyle bulunmuştur. Atölyenin kendisine ek olarak kazıda elde edilen buluntular arasında taş yontma aleti takımı, farklı safhalarda yarım bırakılmış çok sayıda heykel (aralarında portre, idealize edilmiş veya mitolojik figürler olan yaklaşık yirmi beş iyi korunmuş heykel ve 325 heykel parçası) ile çırak heykeltıraşlar tarafından eğitim amaçlı yapılmış birçok “alıştırma parçası” da vardır.

Atölyenin ne zaman faaliyete geçtiği kesin olmamakla birlikte Meclis Binası’nın MS 2. yüzyıl ortaları veya sonlarında yeniden inşa edildiği tarihten daha erkene tarihlenmesi düşük bir olasılıktır. Mermer ustaları, olasılıkla Meclis Binası’nın yapım ve bezeme işlerine katılmak üzere buraya gelmiş ve sonrasında burada kalarak, yerleşik bir tesis kurmuşlardır. Atölyenin ana odasında bulunan tamamlanmamış bir portre heykelin kıyafet ve stilinden anlaşıldığı kadarıyla atölye en azından yaklaşık MS 400’e dek faal kalmıştır.

Buluntular: Tamamlanmamış potre, Dionysos ve Satyr grupları

Evler

Aphrodisias’ın daha geç dönemlerine ait (3. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar) arkeolojik verileri, özellikle anıtsal şehir merkezinin dışında, şehrin yerleşim merkezlerinde, surlarda ve mezarlıklarda yoğundur. Çoğunluğu Geç Roma döneminden olmak üzere değişik türde evler gün yüzüne çıkarılmıştır. Bunların arasında güney surlara dayalı olarak inşa edilmiş daha mütevazi, merkezden uzak evler, Tetrapylon’a yakın küçük şehir evleri ile peristilli ve ferah apsisli salonları olan büyük malikaneler vardır. Bu malikanelerden biri (Kuzey Temenos Evi) tapınağın kuzeyinde yer alırken daha da etkileyici olan bir diğeri ise Sebasteion’a bitişiktir (Atriumlu Ev).

Atriumlu Ev

Atriumlu Ev, Sebasteion’un hemen kuzeyinde yer alan büyük ölçekli, özel bir konuttur. Erken Roma döneminden Geç Antik Çağ’a kadar devam eden uzun bir tarihçesi vardır. Geç Roma dönemindeki haliyle her biri birden fazla odaya sahip iki farklı konuttan oluşur. Güneye bakan ilk konut büyük bir apsidal avlu etrafına yerleştirilmişken kuzeye bakan ikinci konut, daha küçük, sütunlu kare bir avlu (atrium) etrafına yerleştirilmiştir. Apsidal avlunun mimarisi ve heykeltıraşlık eserleri çok zengindir. Bunların arasında figürlü bir alınlık ve pagan filozofların betimlendiği on iki adet Geç Roma dönemi tondo büst öne çıkmaktadır. Günümüze kadar ulaşan yazılı belgelerin tamamlayıcısı niteliğindeki bu buluntular, Hristiyanlık dönemine girilmesinden sonra bile Aphrodisias’ta hayatta kalmayı başaran pagan geleneklere ait dramatik kanıtlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Buluntular: Tondo büstler

Kuzey Temenos Evi

Kuzey Temenos Evi, Aphrodite Tapınağı’nın tam kuzeyinde çok önemli bir konumda yer almaktadır. Günümüze ulaşmış başlıca unsurları odalarla çevrili iki küçük avlu ile büyük boyutlu apsisli bir salondur. Apsisli salonun mermer zemini iyi korunmuş durumdadır ve özenle işlenmiş mermer duvar süslemeleri kazılar esnasında ortaya çıkarılmıştır. Bunların arasında yüksek kalitede figürlü pilaster başlıkları da yer alır. Seramik buluntular, evin en azından MS 6. yüzyıla kadar kullanıldığını göstermektedir.

Piskoposluk Sarayı

Meclis Binasının batısında, Geç Antik Çağ’da tamamen yenilenmiş, iyi korunmuş durumdaki Piskoposluk Sarayı olarak bilinen peristilli bir yapı yer almaktadır. Bu yapı geç dönemde büyük olasılıkla resmi bir konut olarak kullanılmıştır. Bütün bir yapı adasını kaplayan boyutuyla (yaklaşık 35 x 40 m) kentin en büyük evlerinden biridir. Roma döneminin elit evlerinde sıkça görüldüğü üzere sütunlu merkezi bir avlu etrafında planlanmıştır. Avluya açılan büyük kabul odaları bulunur; doğu tarafta üç apsisli bir yemek salonu ve kuzey tarafta tek apsisli bir salon vardır. Burada bulunan sikkeler, Geç Roma dönemine ait bu evin ana bölümlerinin MS 400 civarında inşa edildiğini göstermektedir. Zengin bir biçimde mozaik ve heykellerle bezenmiş evin zemini kesme mermer ile döşeli; duvarları ise figürlü resimlerle süslüdür. Geç Antik Çağ’da eyalet valisinin konutu olarak kullanılmış olabilir. Orta Çağ’da geniş çaplı bir tadilat geçirdiğinde ise büyük olasılıkla piskoposluk konutuna dönüştürülmüş ve Aphrodisias’ın terk edildiği MS 1200’lere kadar aralıksız olarak kullanılmıştır.

Şehir Surları

Aphrodisias şehir surları uzun ve iyi korunmuş olup kesin bir şekilde tarihlenebilmektedir. Uzunluğu 3.5 km’ye ulaşan surlar yaklaşık 72 hektarlık bir alanı çevreler. Surlar, en azından 10 m yüksekliğe ve 2.5 ila 3.5 m arasında değişen genişliğe sahiptir. Kapıların iki tanesinin üstündeki yazıtlarda surların inşa maliyetini karşılayan valilerin adları bulunmaktadır. Bu vali isimleri sayesinde surların inşası MS 350-360’lara tarihlendirilebilmiştir. Aphrodisias’ın bu tarihten önce surları olmadığı anlaşılmaktadır. Surların inşası, kentin görüntüsünü ve kente girip çıkan trafik akışını belirgin bir şekilde değiştirmiş olmalıdır (bilinen yalnızca yedi kapı vardır). Surların iç yüzeyi düzenli dizilmiş, harçlı, atkı örgülü duvar şeklindeyken dış yüzeyin neredeyse tamamı büyük boyutlu devşirme mermer bloklardan meydana gelmektedir. Dışarıdan megalitik bir mermer duvar izlenimi vermesi için bu mermer bloklar özenle dizilmiştir. Bu devşirme blokların büyük çoğunluğu duvarın yakınında bulunan anıtsal mezarlardan alınmıştır. Dolayısıyla mezarlıkların surların inşası için geniş ölçüde yağmalandığı anlaşılmaktadır. Surların yapımı Aphrodisias’ın sosyal ve topoğrafik tarihi açısından çok büyük bir dönüm noktasıdır.

Buluntular: Zoilos frizi

Mezarlıklar

Mezar anıtları yerel mermer atölyeleri için büyük bir gelir kapısıydı. Mezar yapıları üzerinde portre heykeller ve büstler sergilenebiliyordu. Daha mütevazı mezarlarda ise steller (mezar taşları) kullanılıyordu. Aphrodisias’ta geniş bir gladyatör kabartması koleksiyonu da vardır. Bu kabartmalar, gladyatör ve vahşi hayvan av “okulları”na sahip girişimcilerin lahitleri üzerinde bulunmaktadır. (Bu eğitimli savaşçılar, imparatorlar onuruna şehirde gerçekleştirilen Roma tarzı oyunlar düzenleyen kişilere kiralanırlardı). Bununla birlikte en sık rastlanan mezar tipi şüphesiz mermer lahitlerdir. Bunlar büyük boyutlu, pahalı ve çoğunlukla zengin bezemelerle süslenmiş mermer tabutlardır.

Buluntular: Lahitler

Taş Ocakları

Mermer ocakları Aphrodisias’a 2-4 km uzaklıkta, kuzeydoğudaki tepelerde yer alır. Ocaklardan yerleşime doğru gelen güzergahın düşük bir eğime sahip olması taşıma işlemini büyük oranda kolaylaştırmış olmalıdır. 3-4 km²’lik bir alanı kaplayan ocaklar şehrin inşaat ve heykel malzemesi gereksinimini karşılamaya yeterli olsa da mermeri hammadde olarak geniş ölçekli bir şekilde ihraç edecek kadar da zengin değildi. Daha uzak yerlere pahalı, kullanıma hazır bitmiş eserlerin; daha yakın yerlere ise heykel ve lahit gibi daha büyük ürünlerin ihraç edildiği düşünülmektedir.

Aphrodisias’ta mermer çıkarma çalışmaları, ocağın bazı yerlerinde hala görülebilen plansız ve amaca yönelik yüzeysel faaliyetleriyle ilk olarak Geç Helenistik dönemde başlamıştır. Başlıca ocakların çoğu Erken ve Orta Roma İmparatorluk Çağı’nda açılmıştır fakat bazıları çok daha küçük bir üretim kapasitesiyle Geç Antik Çağ’a kadar faaliyette kalmıştır. Mermer ocaklarıyla şehirdeki mermer yapılar ve anıtların bir arada bulunması, yerel ve faal bir mermer ocağı ile ürünleri hakkında mükemmel bir araştırma yapılmasına olanak sağlar.

Heykel ve kabartmalar

Aphrodisias belki de en çok olağanüstü mermer heykelleriyle ün salmıştır. Kaliteli mermer ocakları yerleşimden sadece birkaç kilometre uzaklıktadır ve Helenistik dönemin sonuna gelindiğinde yerel mermer heykeltıraşlık geleneği güçlü bir şekilde kök salmıştır. Günümüze ulaşan heykeller hem sayıca fazla hem de çeşitlidir. Tanrılar, kahramanlar, imparatorlar, hayırseverler, filozoflar ve sporcuların yanı sıra mitolojik gruplar, dekoratif figürler ile süslemeli ve figürlü kabartma heykeller de vardır. Eserlerin birçoğu Roma sanat tarihinde önemli yer tutmaktadır. Şehrin ürettiği heykeller bu alanda emsalsiz bir öneme sahip bir mirastır.

Aphrodisias Aphroditesi

Bu eser, Helenistik dönemde, yerleşimin kutsal alanı için yapılmış tanrıça imgesi olan Aphrodisias Aphroditesi kült heykelinin en büyük ve en iyi korunmuş kopyasıdır. Daha erken dönemlere ait yerel bir bereket tanrıçasının Yunan Pantheonu’daki Aphrodite ile özdeşleştirildiği döneme işaret etmektedir. Kadim bir Anadolu tanrıçası gibi dimdik duran ve cepheden tasvir edilmiş heykel, tanrıçanın artık Aphrodite’de barınan bu eski kimliğini hatırlatmak üzere tasarlanmıştır. Başında yüksek bir başlık ve başörtüsü ile tasvir edilen figürün ince elbisesi, sert ve kalın bir üst giysi ile kaplıdır. Bu kaplama göğüs bölümünde bir adet ve bunun altında da dört adet bezeme bölümüne ayrılır. Bu dört bölümün her birinde Aphrodite’nin dört ayrı özelliğiyle ilgili figürlü süslemeler bulunur: (1) Aphrodite’nin kişisel yardımcıları Üç Güzeller (Kharites); (2) Aphrodite’nin dünya alemindeki daimi uzantıları olan Selene (Ay) ve Helios (Güneş); (3) Tritonlarla (belden yukarısı insan, belden aşağısı balık olarak tasvir edilen tanrı) birlikte deniz keçisi üzerinde klasik formuyla tasvir edilmiş Aphrodite; (4) Tanrıçanın hem elçisi hem çocuğu olan üç adet kanatlı Eros figürü, kurban sahnesinde resmedilmiş. Heykelin ikonografisi, eski yerel tanrıçanın arkaik öğelerini Klasik ve Helenistik dönem Aphrodite kavramlarıyla birleştirme amacıyla tasarlanmıştır.

Buluntu Yeri: Meclis Binası (Bouleuterion)

Dometeinos ve Tatiana

Dometeinos

Heykel, kaidesinin tam önünde bulunmuştur ve kaide üzerindeki yazıttan, heykelin L. Antonius Claudius Diogenes Dometeinos’a ait olduğu anlaşılmıştır. Olgun bir birey olarak tasvir edilmiş olan Dometeinos yakışıklı, düzgün hatlı, sakallı ve rahiplerde olduğu gibi uzun saçlarla betimlenmiştir. Tunik, himation ve sandalet giymiştir. Kafasında olağandışı büyüklükte bir rahip tacı vardır. Sol elinde bir kitap rulosu tutmaktadır. Ayaklarının dibinde tomar halinde sekiz rulo daha vardır. Dometeinos’un sağ kolunun pelerininin içinde asılı haldeki duruşu, Aphrodisias’ta ve diğer tüm Yunan dünyasında yaşayanların portre heykellerinde en sık tercih ettikleri duruş biçimidir.

Dometeinos’un uzun sakalı ve gür saçları Roma döneminin şehirli modasını anımsatmaktadır. Saçın uzunluğu ve kesiminden öte, Antoninlerin saray portrelerinde de görülen buklelerin stili bu modayı çağrıştırır. Marcus Aurelius’un kemerli kaşları, ağır üst gözkapakları ve badem gözlerine sahiptir. Rahip başlığı, ortada Aphrodite büstü ve onu çevreleyen imparatorluk ailesi mensuplarının büstleriyle süslenmiştir. Dometeinos, Aphrodisiaslı soylulardan, şehirde sıkça karşılaşılan Antonii Claudii ailesine mensuptur ve bu heykelde görkemli bir şekilde “kanun yapıcı” olarak betimlenmiştir. Başka yazıtlarda Dometeinos’un Aphrodisias gymnasionuna ömür boyu gymnasiarch olarak atandığı kayıtlıdır. Bir başka deyişle tüm masrafları kendisi karşılayarak gymnasionu kendisi yönetmiş ve bakımını üstlenmiştir. Kente yaptığı diğer hayır işleri ve bağışlar nedeniyle de onurlandırılmıştır. Sonunda kendisine “Asya Baş Rahibi” sıfatı verilmesiyle, aralarında eyaletin en zengin ve nüfuzlu ailelerine mensup kişilerin bulunduğu seçkin bir topluluğa katılmıştır. Heykeli, Meclis Binası’nın iki ana girişinden birinin yanında, Kuzey Agora’nın kuzey stoasında dikilmiştir. Diğer girişin yanında ise neredeyse tıpatıp benzer bir kaide üzerinde duran yeğeni Tatiana’nın heykeli durmaktaydı.

Buluntu yeri: Meclis Binası (Bouleuterion)

Tatiana

Heykel, ikinci yüzyıl sonları ve üçüncü yüzyıl başlarında Aphrodisias’ta ve Asya eyaletinde etkin olan yörenin önde gelen kadını Claudia Tatiana Antonia’yı betimlemektedir. Kuzey Agora’nın ikili stoasının içerisinde, Meclis Binası’nın en doğudaki girişinin hemen sağında bulunan heykel, üzerinde durduğu uzun, yazıtlı kaide sayesinde tanımlanabilmiştir. Bu heykel, Tatiana’nın amcası Dometeinos’un heykeli ile beraber bir grup oluşturur.

Figür ince bir elbise (khiton), bir örtü (himation), sandalet giymekte ve seyrek örgülü bir taç takmaktadır. Bir zamanlar aynı kaide üzerinde yanında duran küçük Eros figürü kırılmış, geriye sadece ayakları kalmıştır. Eros figürü ile ince elbisesi figürün güzelliği ve cazibesine katkı yapmaktadır. İmparatorluk modasını yakından takip eden saç stili, Roma’daki İmparator Severus hanedanı mensubu kadınların peruğa benzeyen saç stillerine yakındır. İşlenmiş kaide zarif bir biçimde yontulmuştur. Zenon oğlu Alexander adındaki heykeltıraşın imzasını taşımaktadır.

Buluntu yeri: Meclis Binası (Bouleuterion)

Flavius Palmatus

Heykel, baş ve kaide bir arada bulunmuştur. Kaide ikinci kez kullanılmış ancak heykel ve portre, onuruna yapıldığı kişi için özel olarak yontulmuştur. Heykel, Flavius Palmatus adında üst rütbeli bir eyalet yöneticisine aittir. Geç Roma dönemi senatör togası ve çapraz bağcıklı bilekli botlar giymektedir. Bir elinde mendil (mappa), diğerinde konsül asası taşımaktadır. Asanın üst kısmı eksiktir ancak orijinal haliyle ucunda yönetimdeki imparatorun büstü olmalıdır. Portre çarpıcı ve akılda kalıcı hatlara sahiptir: Bir noktaya odaklanmış sabit gözler, derin burun ve dudak kıvrımlarının ve gözaltı torbalarının yarattığı asık suratlı bir ifade ve kirli bir sakal. Dönemin yöneticilerinin olması gerektiği gibi sert, ahlaklı, her şeyi gören ve çok çalışkan bir yönetici olarak betimlenmiştir. Saç stili 5. yüzyıl sonları ve 6. yüzyılda imparatorluğun güç merkezlerindeki modaya uygundur.

Buluntu yeri: Tetrastoon

Oecumenius

Yazılı kaidesinden anlaşıldığı üzere bu heykel, MS 4. yüzyıl sonları veya 5. yüzyıl başlarında yaşamış Oecumenius adlı bir eyalet valisini betimlemektedir. İnce derili botlar ve uzun kollu bir tunik üzerine uzun bir pelerin (chlamys) giymektedir. Kamu idarecilerinin başkentten uzakta görevde olduklarında giydikleri askeri pelerin, omuzda bir broşla (günümüze ulaşmamış) tutturulmuştur. Kaidesinde avukat olduğu, Yunanca ve Latince bildiği, ahlaklı biri (“eli saf, aklı saf”) olduğu yazılıdır. Sağ elinde bir kitap rulosu tutmaktadır. Başının sağa dönüklüğü ve tombul ve sakallı yüzündeki hafif gülümseme heykeli daha canlı hale getirilmiştir. Saçları dönemin modasına uygun olarak, yüz çevresinde bir bukle çemberi oluşturacak biçimde öne doğru taranmıştır. Başının üst kısmına düzgün bir biçimde XMΓ harfleri kazınmıştır. Bu harfler “İsa Meryem’e doğmuştur” deyiminin yaygın bir kısaltmasıdır ve muhtemelen heykeltıraşın Hristiyan olduğuna işaret etmektedir.

Buluntu yeri: Kuzey Agora

Tamamlanmamış Portre

Heykel, üzerinde üç giysi bulunan (uzun kollu tunik, kısa kollu tunik ve toga) ve bilekleri saran bağcıklara sahip, ince tabanlı, yumuşak deri botlar giymiş yetişkin bir erkeği temsil etmektedir. Heykelin üzerindeki giysi takımı, Geç Roma döneminde senatörlük yapan birinin ayırt edilmesini sağlayan türden bir kıyafettir. Heykelin konu aldığı kişi muhtemelen bir eyalet valisidir. Uzanmakta olan sol elinde bir hokka vardır. Sağ eli korunmamıştır ancak muhtemelen bir kitap rulosu veya kalem tutmaktadır. Yerde duran bir kitap rulosu tomarı ise heykele destek olmaktadır. Bunlar söz konusu kişinin eğitimine ve edebi kültürüne atıfta bulunmaktadır.

Heykelin işçiliği teknik olarak cüretkardır. İleri uzanmakta olan iki kolu da bedenle aynı mermer bloğundan yontularak yapılmıştır ve payanda ile desteklenmemiştir. Ancak portre başı hiçbir zaman tamamlanmamıştır ve bu sebeple bedenine oranla fazla büyük görünmektedir. Son yontma işleminde tıraşlanacak çok miktarda mermer kalmıştır. İşçiliği yarım kalmış yüz detayları belirgindir ve saç modeli kabaca çizilmiştir. Bu sebeple, heykelin alıcısını bekleyen önceden imal edilmiş bir çalışma olması düşük bir olasılıktır. Aynı toga formu Aphrodisias’ta bulunan iki heykelin üzerinde daha görülmektedir. Bunlar İmparator Valentinian II ve Arcadius’u temsil etmektedir (MS 388-392) ve heykelin 4. yüzyılın sonlarında yapıldığını işaret etmektedir.

Buluntu yeri: Heykel Atölyesi

Boksörler

Boksör Kandidianos

Bu boksör, yazıtlı kaidesi sayesinde uluslararası festival çevrelerinde zaferler elde etmiş şampiyon Kandidianos olarak tanımlanmıştır. Piseas gibi o da uzun boks eldivenleri dışında çıplaktır ve profesyonel sporcuların karakteristik saç stiline sahiptir. Heykel, tiyatro sahnesinin kuzey tarafına, Piseas heykelinin karşısına yerleştirilmiştir. Fakat Kandidianos, Piseas’tan farklı olarak daha rahat bir pozda tasvir edilmiştir. Sola doğru dönmüş biçimde, eldivenli elleri daha aşağıda ve iki yanına daha yakın durmaktadır. İki heykelin işçiliği arasında da önemli farklar vardır ve birbirinden farklı tipte yazıtlı kaideleri vardır. Buna göre bu heykeller bir çift olarak üretilmemişlerdir. (Kandidianos’un heykeli için orijinalinde bronz bir heykele ait bir kaide devşirilerek kullanılmıştır.) Ancak yine de, birbirine benzer yazıtları, birebir aynı olan boyutları, genel görünüm açısından yakınlıkları ve antik dönemde yapılmış kapsamlı onarımları, birbirlerinin tamamlayıcıları olarak yerleştirildiklerinin göstergeleridir.

Buluntu Yeri: Tiyatro

Boksör Piseas

Yazıtlı kaidesinden bu heykelin Piseas oğlu Boksör Piseas’a ait olduğu anlaşılmaktadır. Uzun boks eldivenleri dışında Piseas tamamen çıplaktır ki bu, sanatta ve gerçek yaşamda Yunan sporcularının standart giyinme şeklidir. Kafası kısmen tıraşlanmış ama tepesinde uzun bir saç parçası bırakılmıştır (cirrus in vertice). Bu da, Roma döneminde profesyonel sporcuların ayırt edici saç modelidir. Heykel, Tiyatro sahnesinin her iki yanında, muhtemelen auditorium istinat duvarlarının (analemma duvarları) her iki ucunda duran iki boksörden biridir ve Piseas’ın heykeli güney tarafa aittir. Eserin heykeltıraşı Polyneikes, heykel kaidesinin ön yüzüne imzasını koymuştur. İki boksör heykelinin Tiyatro içinde bu kadar önemli bir noktaya yerleştirilmiş olması şampiyon sporcuların kendi şehirlerinde ne denli büyük bir prestije sahip olduğunun işaretidir.

Buluntu Yeri: Tiyatro

Mavi At

Koyu mavi-gri mermerden yapılmış dörtnala koşan bu at 1970 yılında Bazilika’nın içinde, orijinal yerinde korunagelen kaidesinin yanında bulunmuştur. Bu heykel antik dönemde restorasyon görmüş olan cesur bir kompozisyondur. Atın üzerinde, küçük demir iğnelerle atın sırtına tutturulmuş, kedigillere ait bir post şeklinde altın kaplama bronz bir eyere ait izler görülür. At, kahraman gibi betimlenmiş çıplak bir genç tarafından sürülmektedir. Beyaz mermerden yapılmış bu genç erkek figürünün sadece tek bir baldırı günümüze ulaşmıştır. Kalçasındaki kenet yerinden anlaşıldığı üzere bu kahraman genç, attan düşerken betimlenmiştir.

Heykel “L” şeklinde bir kaide üzerine, Bazilika’nın nefinden içeriye doğru bakacak şekilde yerleştirilmiştir. Kaidenin alt tarafı Bazilika içinde özgün yerinde (in situ) durmaktadır. Kaidenin üst kısmı ise restore edilmiştir ve Aphrodisias Müzesi’nde at heykelinin altında sergilenmektedir. Kaidenin bu üst kısmı üzerinde, atın yanında duran figürün yerleştirildiği yerde dübel delikleri görülmektedir. Bu eser, at, kahraman sürücüsü ve ayakta duran figürden oluşan üç figürlü bir gruptur. Bu heykel grubunun konusu muhtemelen Troilos ve Akhilleus’tur. Genç Troia prensi Troilos, Troia surları dışındaki bir çeşmeye at üstünde gittiği bir anda Akhilleus tarafından pusuya düşürülüp öldürülmüştür. Eser, ünlü bir kompozisyon olan, Akhilleus’un genç Troilos’u dörtnala koşan atı üzerinden saçından tutarak çektiği anın tasviri olmalıdır.

Şehrin kuzey surlarına yerleştirilmiş, heykel kaidesine ait yazılı bir blok tam da bu konuyu betimleyen anıtsal bir heykelden söz etmektedir: Halk, Troilos, at ve Akhilleus’u yerine dikti. Bu blok, Bazilika içindeki kaideye uymamaktadır fakat birbirlerine yakın boyutları, iki parçanın bir şekilde bağlantılı olduğunu düşündürmektedir. Mevcut kaide, MS 4. yüzyılın ortalarında Bazilika’nın restore edildiği döneme, heykelin ikinci defa sergilendiği zamanki haline aittir. At bu dönemde kapsamlı bir restorasyondan geçmiştir. Ön bacakları ve yelesinin bir bölümü başka bir mermer blok kullanılarak yeniden yontulmuştur. Bu durumda sur duvarında ele geçen yazıtlı blok ilk orijinal sergisinden olmalıdır. Kamusal heykeller uzun ömürlüydü ve sergilenmek üzere başka yerlere götürülebiliyordu. Bu heykel, antik heykeller arasında büyük boyutlu, mermerden yapılmış, dörtnala koşan bir atı temsil eden tek eserdir.

Buluntu Yeri: Bazilika

Kolosal Tanrıça

1970 yılında Bazilika’nın içinde, kaidesinden düşmüş şekilde özgün yerinde (in situ) bulunan çok büyük boyutlu başsız kadın heykelinin uzunluğu, başıyla birlikte yaklaşık 3.5 metre olmalıdır. Baş, gövdeden bağımsız şekilde işlenmiş ve boyun kısmına açılmış bir deliğe dübellerle sabitlenmiş olmalıdır. Heykele ait olduğu düşünülen kaide, gri damarlı tek bir mermer bloktan yapılmıştır ve herhangi bir temeli olmadan doğrudan zemin üzerine konmuştur. Kaide heykelden daha küçük olduğu için, farklı yerlerden alınarak tek bir anıt oluşturacak şekilde Geç Antik Çağ’da bir araya getirilmiş oldukları düşünülmektedir.

Buluntu Yeri: Bazilika

Akhilleus ve Penthesileia

Bu heykel grubunda ölmekte olan Amazon kraliçesi Penthesileia’yı tutan Akhilleus betimlenmiştir. Akhilleus Penthesileia’yı öldürmüştür fakat aynı zamanda ona aşık olmuştur. Grup, gerek figürlerin güzelliği gerekse hikayenin dokunaklı olmasıyla (pathos) ünlenmiş Helenistik bir heykel grubunun kopyasıdır. Aphrodisias örneği dikkatle yapılmış yüksek kaliteli bir eser olup orijinal heykel grubunun sade tarzına sadık kalmayı hedeflemiştir. Daha erken dönemlerde Aphrodisias’ın farklı bir yerinde sergilenen eser, Geç Antik Çağ’da Hadrian Hamamı’ndaki dört sütunlu havuzu süslemek üzere buraya taşınmıştır. Üzerinde durduğu devşirme kaidesi yerindedir (in situ) ve o kaide de başka bir yerden getirilmiştir. Akhilleus ve Penthesileia grubu, o zamanlarda bile özenle korunmuş, tamir edilmiş ve başka bir mekanda tekrardan sergilenmiş olmasından anlaşıldığı kadarıyla değerli bir eski eser olarak saygı görüyordu.

Buluntu Yeri: Hadrian Hamamı, Tetrastylos Avlu

Dionysos ve Satyr Grupları

Normal insan boyutlarını aşan büyüklükteki heykel, parmak ucunda durmuş, yukarı kaldırdığı sol kolunda çocuk Dionysos’u taşıyan ve sağ eliyle bir sopa atmakta olan bir Satyr’i (Doğayı simgeleyen, çoğunlukla belden üstü insan, belden aşağısı at veya teke biçimindeki canlılar) betimlemektedir. Satyr’in gövdesi çıplaktır ve sol kolunun üst kısmında asılı duran keçi postu çocuk tanrıya minder olmaktadır. Satyr’in başı Dionysos’a gülümsemek üzere yukarıya dönüktür. Çocuk olarak betimlenen tanrı, Satyr’in saçını tutuyor gibi görünmektedir. Çocuğun parmaklarına ait çok küçük parçalar Satyr’in başının sol kısmında korunmuş halde günümüze ulaşmıştır. Dionysos’u taşıyan Satyr grubunun küçük versiyonu ise aynı tasarıma, detaya ve tekniğe sahiptir ancak “Büyük Satyr”in yaklaşık olarak yarı boyutundadır. Her iki eser de Heykel Atölyesi’nde bulunmuştur. Bu heykel kompozisyonu Aphrodisias’ta bulunmuş daha da küçük boyutlu bir başka örnekten ve Roma’daki Esquilino Tepesi’nde bulunmuş, Aphrodisiaslı Flavius Zeno’nun imzasını taşıyan büyük boyutlu bir örnekten bilinmektedir.

Buluntu yeri: Heykel Atölyesi

Tondo Büstler

Tondo büstler, 1981 yılında Atriumlu Ev’de yapılan kazılar sırasında ortaya çıkarılmıştır. Portreler, apsisli bir avlunun süslemelerinin bir bölümünü oluşturmaktaydı ve gri-beyaz mermerden özenle yapılmış bir duvar kaplamasının içine yerleştirilmişlerdi. Portreler antik çağ felsefesinin ve edebiyatının önemli şahsiyetleri (Pythagoras, Sokrates, Pindaros) ile ünlü felsefe öğrencilerine (Alkibiades ve Büyük İskender) aittir. Bunlar aslen Klasik dönemde (MÖ 5. ve 4. yüzyıllar) yapılmış portelerin Geç Roma dönemi versiyonlarıdır. Tanımlanamayan tek bir portre vardır. Muhtemelen eserin yapıldığı dönemde yaşamış Geç Antik Çağ filozofu veya pagan bilgesine aittir. Portreler yoğun ifadeli işleniş stilleri ile gözlerde ve yüzlerde görülen yeni çığır açıcı kaliteleri ile öne çıkmaktadır. Bu grup, Aphrodisias’taki entelektüel yaşamın ve Geç Antik Çağ’da hayatta kalmayı başaran pagan kültürü ve eğitiminin güçlü bir yansıması olarak öne çıkmaktadır.

Buluntu Yeri: Atriumlu Ev

Zoilos Frizi

Julius Caesar ve Augustus döneminde yaşamış, Aphrodisias’ın en önemli hayırseverlerinden biri olan C. Julius Zoilos’a ithafen yapılmış bir mezar anıtına ait bu büyük figürlü kabartmalar 1956 ve takip eden yıllarda gün yüzüne çıkarılmıştır. İlk defa 1979 yılında restorasyon gören kabartmalar 1993-1994 yıllarında tekrar restore edilerek Aphrodisias Müzesi’nde yeni bir sergi alanında, doğru sıralamayla yerleştirilmiştir. Friz, şehirdeki en erken figürlü mermer anıt olma özelliğini taşımaktadır.

C. Julius Zoilos’un sıra dışı bir hayatı olmuştur. Aphrodisias’ın yerlisi olan Zoilos esir düşmüş ve hayatının büyük bir bölümünü şehirden uzak yerlerde geçirmiştir. Daha sonraları azat edilerek, özgürlüğünü kazanmış ve Roma’nın ilk imparatoru Octavianus’un (Augustus) sadık vekillerinden biri olmuştur. Zoilos, Aphrodisias’a MÖ 40 dolaylarında çok zengin olarak geri dönmüş ve şehir hayatında önemli görevler üstlenmiştir. Aphrodite’nin rahiplerinden biri olan Zoilos en azından üç büyük mermer yapı yaptırmıştır. Bu yapılar Aphrodite Tapınağı’nın ilk safhası, Tiyatronun ihtişamlı sahne binası ve şehir merkezindeki Kuzey Agora’nın kuzey stoasıdır. Aphrodisias’ta en azından iki kamusal heykel ile onurlandırılmış. MÖ 28’den sonraki bir tarihte ölmüştür. Aynı zamanda frizlerin süslediği bir anıt mezarla da onurlandırılmıştır.

Mezar yapısının herhangi bir parçası bulunamamıştır fakat frizlerin kare formlu bir mozolenin yan duvarlarını süslediği sonucu çıkarılabilir. Frizler Zoilos’un hayatını ve erdemlerini sembolik bir biçimde anlatmaktadır. İyi durumda korunmuş olan ana friz, her biri yazıtlarla tanımlanan üçer figüre sahip iki gruptan oluşmaktadır. Zoilos’un kendisi her bir grubun merkezinde iki farklı kıyafet giymiş halde görülmektedir. Soldaki grupta cesaret (ANDREIA) Roma togası giymiş olan Zoilos’a bir kalkan takdim ederken, onur (TIMĒ) onu sağ eliyle taçlandırmaktadır. Sahne Zoilos’un askeri cesaretini ve bir Roma vatandaşı olarak statüsünü kutlamaktadır. Sağdaki grupta halkı (DĒMOS) simgeleyen figür, üzerinde uzun bir seyahat pelerini ve başlığı giymekte olan Zoilos’u karşılamak üzere elini uzatırken; şehir (POLIS) onu arkadan taçlandırmaktadır. Sahne Zoilos’un Roma’dan eve dönüşünün yüceltilmiş bir tasviridir. Günümüze ulaşan diğer panolarda temsil edilen ögeler arasında sonsuzluk (AIŌN), Roma (yazıtı korunmamış), hatıra (MNĒMĒ), yeraltı dünyasının hakimi Minos (MEINŌS), erdem (ARETĒ) ve sadakat (PISTIS) vardır.

Buluntu Yeri: Şehir Surları

Sebasteion Kabartmaları

Aineias’ın Troia’dan kaçışı. Sebasteion, güney yapı

Zırh giymiş Aineias omzunda yaşlı babasını taşıyarak, küçük oğlu Iulus’u elinden tutmuş sağa doğru hareket etmektedir. Yaşlı Ankhises’in elinde Troia’nın kadim tanrı tasvirlerini içeren yuvarlak tabanlı bir kaide veya kutu görülmektedir. Bu üç figür Aineias’ın Troia’dan İtalya’ya doğru kaçışının en yaygın ikonografisidir ve Erken İmparatorluk döneminde sıkça görülür. Yerli tasarımcılar sahneye daha özgün ve daha yerel bir anlam kazandırmak için arka plana havada asılı duran bir Aphrodite figürü eklemiştir. Kabartma, verev kahverengi-lekeli çizgilere neden olan ciddi deformasyonlar içeren büyük bir bloktan yontularak yapılmıştır. Bu çizgiler fay hatlarını temsil etmektedir.

Buluntu yeri: Sebasteion

Agon (müsabakanın kişileştirilmiş simgesi). Sebasteion, güney yapı

Bu sahne, atletizm yarışmaları (agōn) ile ilgili sembolik bir ifadedir. Üzerinde sakallı bir insan başı olan sütun, gymnasium tanrısı Hermes’tir. Hemen yanında zafer palmiyesi ve üzerinde zafer kurdelesi olan bir ödül masası görülmektedir. Kanatlı birer bebek olarak betimlenen iki Eros figürü ikinci bir palmiye dalı için (büyük oranda tahrip olmuştur) mücadele etmektedir. Eroslar rekabet fikrini ortaya koymaktadırlar ve bu unsur arka planda genç Agon figürü ile kişiliğe bürünerek simgelenmiştir. Agon elinde üçüncü bir zafer palmiyesi tutarak mücadeleyi izlemektedir. Eroslar sembolik anlamda mücadele etmektedir: Herhangi bir atletizm dalında ve gymnasium sporunda yarışmak yerine doğrudan zaferin en yüksek simgesi olan palmiye için güreşmektedirler.

Buluntu yeri: Sebasteion

Prometheus ve Herakles. Sebasteion, güney yapı.

Bükülmüş vücuduyla çıplak Prometheus figürü panonun ortasına yakın bir yerde, fondaki dağlık bir arazinin önünde görülmektedir. Elleri, hemen üstündeki kayalara kelepçelenmiştir. Sıkıntılı ve duygusal bir ifadeyle kurtarıcısı Herakles’e bakan Prometheus, ağzı açık bir şekilde haykırmaktadır. Zeus, insanoğluna ateşi öğreten Prometheus’a korkunç bir ceza vermiştir: Kollarından Kafkas Dağları’na bağlanmış Prometheus’un ciğeri her gün bir kartal tarafından kemirilmektedir. Herakles kartalı vurmuş ve Prometheus’un sol elini tutan ilk kelepçeyi çözerken betimlenmektedir. Herakles, başlık ve pelerin olarak kullandığı aslan postu haricinde çıplaktır ve sopası sağ alt köşe boyunca yerde durmaktadır. Herakles’in vurduğu kartal sol alt tarafta kayalıkların üzerine serilmiş görülmektedir. Kartalın üzerinde yükselen kayalıkların arasında elinde avcı değneği tutan küçük bir dağ nymphesi (Kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan dişi tanrısal varlıklar.) vardır. Bu eser Helenistik stilde işlenmiş çok etkileyici resimsel bir kompozisyondur.

Buluntu yeri: Sebasteion

Claudius ve Britannia ile yazıtlı kaide. Sebasteion, güney yapı

Çıplak savaşçı Claudius, Britannia’nın yere serilmiş figürüne ölümcül bir darbe vurmak üzereyken görülmektedir. Claudius’un üzerinde miğfer, pelerin ve kınının asılı durduğu bir kılıç kemeri vardır. Britannia, tasviri için örnek alınan Amazon figürlerine benzer şekilde tek göğsünü açıkta bırakan bir tunik giymektedir. Kabartmanın konusu yazılı kaidesinden ve imparator portresinden anlaşılmaktadır. Yazıtta Tiberios Klaudios Kaisar – Bretannia yazmaktadır. Bretannia’nın (Britanya) MS 43’teki işgali Claudius saltanatının en önemli fethi olarak kabul edilmektedir.

Buluntu yeri: Sebasteion

Claudius ile kara ve deniz tasvirleri. Sebasteion, güney yapı.

İmparator, panonun ortasında dinç hareketlerle yürümekte ve arkasında dalgalanan kumaş tarafından çerçevelenmektedir. Bu unsur, antik ikonografide süzülme, uçma ve burada görüldüğü gibi tanrısal tezahür (epifani) anlamını vermektedir. Sağ eline, yerden çıkmakta olan küçük bir figür tarafından içinde dünyanın meyvelerini barındıran boynuz şeklinde bir kap (cornucopia) sunulmaktadır. Panonun sağ tarafında bir deniz figürü veya dişi deniz tritonunun elinden kendisine bir dümen küreği uzatılmaktadır. Dişi tritonun balık ayakları ve balık pullu bir eteği vardır. Cornucopia ve dümen küreği imparatorun himayesinde kara ve denizlerin bereketini sembolize etmektedir. Bu kompozisyon, Roma imparatorunun, doğu eyaletlerinde görüldüğü haliyle, Helenistik stilde güçlü bir tanrı olarak tasvir edildiği dikkat çekici bir betimlemedir. İmparatorun vücut oranlarının biçimsiz ve hatta acemice ele alınmış olması kompozisyonun yerel olarak tasarlandığını göstermektedir. Roma’daki kamusal anıtlar arasında imparatorun görevini bu denli yücelten ve öven bir tasvir daha yoktur.

Buluntu yeri:Sebasteion

Nero ve Agrippina. Sebasteion, kuzey yapı

Agrippina, oğlu Nero’yu bir defne çelengi ile taçlandırmaktadır. Agrippina şans ve bolluğu sembolize eden bir cornucopia taşırken Nero, Romalı bir kumandanın zırh ve pelerinini giymektedir. Sağ elinde, tahrip olmuş bir mızrak, sol elindeyse muhtemelen bir küre (dünya hükmünün sembolü) tutmaktadır. Taç takma merasimi için çıkartılan miğferi hemen yanında yerde durmaktadır. Her iki figür de portreleri sayesinde net bir şekilde tanınabilmektedir. Sahne, imparatorun MS 54 yılında tahta çıkmasını simgelemektedir ve Nero’nun MS 59 yılında Agrippina’yı öldürtmesinden daha erken bir tarihte yapılmıştır.

Buluntu yeri: Sebasteion

Piroustous Halkının Kişileştirilmiş Sembolü. Sebasteion, kuzey yapı

Figür, MS 6-8 yıllarında imparator olmadan önce Tiberius’un bozguna uğrattığı savaşçı bir Balkan kabilesini temsil etmektedir. Kadın geleneksel bir elbise, pelerin ve miğfer giymektedir. Elinde küçük bir kalkan ve muhtemelen bir zamanlar bir mızrak durmaktaydı. Bir işçinin koyduğu yazıt (Piroustōn: küçük harflerle hafif biçimde fonda, figürün kalkanının üst sağ tarafında yazılı), kabartmanın, ETHNOUS PIROUSTŌN yazılı kaidenin üzerine konulmasını belirtmek için yazılmış olmalıdır.

Buluntu yeri: Sebasteion

Maske ve Girlandlı Friz Blokları

Friz blokları Palmiye Parkı’nı çevreleyen İon düzenindeki uzun stoalardan ele geçmiştir. En erken örnekleri İmparator Tiberius’a (MS 14-37) ithaf edilmiş kuzey stoaya aittir. Diğerleri 2. yüzyıl ve sonrasında yapılmıştır. İki maske arasına asılı duran meyveli girlandlar Aphrodisias’ta popüler bir motifti. Maskeler etkileyici bir çeşitlilik sergilerler: Atlet, kahraman, tanrı ve antik dramalarda kullanılan standart karakterler betimlenmiştir. Maskeler ve girlandlar festival ve halk şölenlerini çağrıştırır.

Buluntu yeri: Palmiye Parkı

Lahitler

Aphrodisias, Roma döneminin şehir topluluğuna ait büyük bir lahit koleksiyonuna sahiptir. Toplamı 700’e ulaşan parçalar arasında bütün halinde lahitler, lahit kapakları ve kırık parçalar bulunur. Bunlardan en erken tarihli olanları MÖ 1. yüzyıla, en geç tarihli olanlar ise MS 4. yüzyıla tarihlenmektedir. Aralarından birçoğu Geç Antik Çağ’da ikinci kez kullanım görmüştür. Çoğunun üzerinde kim tarafından yapıldıkları, kime ait oldukları ve içerisinde kimin defnedileceğiyle ilgili ayrıntılı yazıtlar bulunmaktadır. Bu buluntular, mezar anıtları ve üzerlerindeki tasvirleri aracılığıyla yerel ve varlıklı bir toplumun incelenmesi için geniş bir çalışma alanı sunar.

Lahitler şehrin dört tarafından, özellikle şehir içine giriş çıkışı sağlayan kuzeybatı, doğu ve güneydoğu yönlerindeki ana yollardan ele geçmiştir. Tüm kenarları işlenmiş bazı lahitler açık havada, platformlar üzerinde sergilenmekteydi. Yalnızca üç kenarı işlenmiş olan büyük çoğunluk ise mezar yapılarına yerleştirilirdi. Lahitlerin çoğu, sütunlu ve girlandlı olmak üzere iki ana tipte yapılmış; ölçek, kalite ve süsleme açısından çok büyük çeşitlilik gösteren yerel üretimlerdir. Sütunlu lahitlerde iki sütun arasında tek bir figür bulunmaktadır. Bunlar tanrısal figürler ve/veya portre betimler olabilirdi. Bir örnekte karı koca ve esin perileri (Mousalar) tasvir edilmiş, mezar sahibi kadın dokuzuncu Mousa’nın yerini almıştır. Girlandlı lahitler ise daha küçük bir çeşitlilik sergilemektedir. Bu sandukalar genellikle, merkezi bir yazı levhası (tabula) barındırırlar. Bu levha her iki yanda ikişer küçük çocuk figürü (putto) ve köşelerinden Nike figürlerinin tuttuğu birer girland ile desteklenir.

Yazıtlar

Aphrodisias, çoğunluğu yaklaşık olarak MÖ 200 ile MS 600 yılları arasına tarihlenen 2000’i aşkın sayıda iyi korunmuş yazıt koleksiyonuna sahiptir. Erken ve Orta İmparatorluk döneminde kamu yazıtı sayısı olağanüstü şekilde yüksektir. Yazıtlar, antik dönemin siyasi, dini ve sosyal yapıları hakkında büyük öneme sahip yazılı bir kaynaktır ve mimari yapılar ile heykeller bu yazıtların fiziksel tasvirleridirler. Yazıtlar buradaki yerel toplumun düşünce şekli ve kültürel değerleri hakkında inanılmaz şeffaflıkta bir anlatım sunmaktadır. Heykel kaidelerine yazılmış onurlandırma metinlerine de sıkça rastlanmaktadır. Bununla birlikte antik döneme ait üç adet alışılagelmemiş kamusal yazıt anıt öne çıkmaktadır: Arşiv Duvarı, Diocletianus Tavan Fiyatlar Fermanı ve emsalsiz Yahudi Cemaati Listesi.

Arşiv Duvarı, Tiyatro

İzleyicilerin Tiyatro’ya kuzey girişten (parodos) girerken gördükleri, sahne binasının kısa duvarı üzerine MS 3. yüzyılın ortalarında, şehir arşivinden çeşitli belgelerin yazıtı kazınmıştır. Bunlar Roma senatosu ve ileride İmparator Augustus olarak anılacak Octavianus tarafından MÖ 37 yılında Aphrodisias’a tanınan ve Octavianus’tan sonra MS 230’lu yıllarda III. Gordianus’a kadar hüküm sürmüş tüm Roma imparatorlarının onayladığı ayrıcalıklarla ilgili belgelerin kopyalarıdır. Belgeler arasında en etkileyici olanları Octavianus’un vekillerine kısa ve kesik kesik bir tarzda yazmış olduğu kişisel mektuplardır. Mektuplar bir gün yayınlanacakları düşüncesiyle yazılmamıştır. Duvarın üst kısmının ortalarına yerleştirilmiş olan ve üzerinde büyük harflerle “İyi Şans İçin” (Agathe Tychei) yazan yazıt C. Julius Zoilos ile ilgilidir. Burada Octavian “Zoilos’umun” şehri olarak adlandırdığı Aphrodisias’a iyi bakılmasını istediği konusunda uyarılarda bulunmaktadır. Arşiv duvarının bütünü, kamusal yazın ve siyasi hafıza bakımından sıra dışı bir anıttır.

Buluntu yeri: Tiyatro

Diocletianus’un Tavan Fiyat Fermanı

İmparator Diocletianus, MS 301 yılında ünlü Tavan Fiyatlar Fermanı’nı yayınlamıştır. Ferman, imparatorluk genelinde halkın erişebildiği hammadde, imalat ürünleri ve hizmetler için istenebilecek tavan fiyatları belirleyerek yüksek enflasyonu kontrol altına almayı amaçlamıştır. Fermanın giriş bölümünde, kurallara uyulmaması halinde verilecek ciddi cezalardan söz eden, ahlaki değerlere atıfta bulunan son derece etkili bir metin bulunmaktadır. Ferman, imparatorluk genelinde birçok şehirde yazıtlar halinde yayınlanmıştır. Günümüzde bilinen en iyi korunmuş kopyalarından biri Aphrodisias’ın Bazilika cephesine Latince yazılmış olanıdır. Bazilika’nın giriş duvarı, geniş mermer panellerle kaplı, gömme sütunlu gösterişli bir cephedir. Diocletianus Fermanı (aynı yıla tarihlenen Para Birimi Fermanı ile birlikte) bu panellerin üzerinde bulunmaktadır.

Buluntu yeri: Bazilika

APHRODİSİAS

YAZAR : Enyy Dergi

25 Ekim 2021

KÜLTÜR

İlgili Başlıklar


Copyright 2024